30 Eylül 2013 Pazartesi

FIFA 14 - İnceleme


Uzun bekleyişin ardından, klasikleşen futbol takviminde, eylülün son günlerinde FIFA 14'e kavuştuk. 15 günlük demo serüveninin ardından nihayet oyunun tam sürümünün de tadını çıkarmaya başladık. Ben de yine demo sürümündeki gibi oyunla ilgili izlenimlerimden bahsedeceğim. Ama öncelikle o yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Zira o yazıda saha içinde olanlardan yeterince bahsetmiştim. Arada pek fark olmadığı için bu yazıda daha çok saha dışına değineceğim.

Oyunu açınca, son zamanlarda özellikle tabletler ve Windows 8'le birlikte görmeye alıştığımız bir menü sistemiyle karşılaşıyoruz. İlk başlarda çok karışık, her şey iç içe gibi gelse de, alıştıkça daha rahat olduğunu fark ettim. Önceki iki oyunda kayan menü sistemiyle sürekli oradan oraya git-gel dur şeklinde geziniyorduk menüde. Şimdiyse hepsi elimizin altında. Aradığımızı bulmak çok daha kolay.

Geçen sene oyunun en sevdiğim kısımlarından olan Football Club, bu sene biraz dağınık ama aynı işleviyle devam ediyor. FIFA 13'te en çok ilgimi çeken eklenti olan klasik formalar, bu sene sayıca artarak ve mini paketlere dağıtılarak daha güzel bir hâle getirilmiş. Önceki oyundaki deneyim puanları ve seviye bu oyuna direkt aktarıldığı için, daha oyuna başlar başlamaz hiçbir şey yapmadan direkt tüm klasik formaları açtım ben de. Formaların yanında, oyundaki modlarda işimize yarayabilecek irili ufaklı yardımcı içerikler, yeni gol sevinçleri, kramponlar ve toplar da (özellikle eski Dünya Kupalarından birkaç top) FC kataloğunda açılmayı bekliyor.


Oyunda maç ve turnuvalar dışında güzel vakit geçirebildiğimiz alternatif oyun modu Skill Games de yenilenmiş hâliyle, FIFA 14'te de karşılıyor bizi. Futbolun içindeki her hareketi yapıp belirli başarıya ulaşmaya çalıştığımız, oyunda kendimizi geliştirebildiğimiz ve tabii ki çok eğlendiğimiz bu güzel mod, bu sene yeni yeni oyunlar barındırıyor ve daha zorlayıcı olmuş.

Bunun yanında tabii ki artık FIFA'nın simgesi olmuş Arena modu da oyunda yer alıyor. Fakat her geçen oyunda Arena'yı biraz daha dışarı itiyor olmaları beni üzüyor. Moda atmosfer katan saha/kıta seçimleri, geçen seneki gibi bu sene de bulunmuyor. Yine tek bir sahada oynuyoruz Arena'yı.

Ve tabii serinin sevilen modları Ultimate Team, Seasons, Pro Clubs ve Career... Onlar da bir sene boyunca bize güzel, eğlenceli zamanlar yaşatmak üzere yerlerini koruyorlar. Fakat bu yıl tüm modlarda köklü bir arayüz değişimi yaşanmış. Eski hiyerarşik menünün yerine, her bir seçeneğin elimizin altında olduğu, ana menüye benzer bir sistem kullanılmış.


Seasons modunda önemli bir yenilik olarak, 2'ye 2 seçeneği getirilmiş. Yani artık bir arkadaşımızla birlikte aynı takımda şampiyonluk kovalayabiliyoruz. Fakat bu co-op sistemi sadece online bir arkadaşımızla oynama hakkı tanıyor EA. Yani yanımızda oturan biriyle, aynı makineden, başka bir ikiliye karşı oynayamıyoruz. Bu biraz eksi özellik olmuş.

Kariyer modunda ise scout sistemi değişip, daha da derinleşmiş. Önceki oyunlarda çok geri plânda kalan scouting, şimdi menajerlik modundaki en önemli konulardan biri. Benim gibi birçok oyuncuyu rahatsız eden, kariyere başlar başlamaz tüm dünyada transfer çılgınlığının yaşanması, onlarca önemli oyuncunun daha oyuna başlamadan takım değiştirmesi durumuna da EA farklı bir çözüm sunmuş. Artık kariyere başlarken "ilk transfer sezonunu kapatma" seçeneğine sahibiz. Yani sezona, gerçek dünyadaki transfer sezonunun bitmiş hâliyle başlayabiliyor ve devre arasına kadar transfer görmüyoruz.


Yavaş yavaş saha içine sokulduğumuzda, atmosferin önceki oyuna göre ne kadar güçlü olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Statların modellemeleri artık daha gerçekçi, taraftarların görüntüleri daha oturaklı; sesler, tezahüratlar inanılmaz. Maç sırasında hemen havaya girebiliyoruz. Kendimizi gerçekten o statta, o taraftarların önünde hissedebiliyoruz. Sahadaki oyun zaten demoda bahsettiğim gibi, takımların karakterini olabildiğince yansıtıyor. Oyun hızının, temponun maçtan maça, takımlara göre değişmesi; animasyonların kalitesi ve yakalanan üst seviye doğallık; daha gerçekçi oyuncu modellemeleri; gelişen sinematikler; oyuncuların pozisyonlara ve hakem kararlarına anında tepki vermesi...

FIFA, son yıllardaki kesintisiz gelişimini sürdürüyor. Yine hâlihazırda şahane olan oyunun üstüne bir şeyler koyarak daha da yukarıya çıkmışlar. Bugüne kadarki en güzel futbol oyun deneyimini yaşamak için, FIFA 14'ü alın, aldırın. Keyifli oyunlar...

11 Eylül 2013 Çarşamba

FIFA 14 - Demo İnceleme


LET'S KICK OFF...
Beklenen gün geldi ve FIFA 14'ün demosu nihayet dün, PC, PS3 ve Xbox 360 için yayınlandı. Ben de yaklaşık iki gündür bol bol oynama ve fikir edinme fırsatı buldum. Geleneksel olarak da bloga bir inceleme yazarak görüşlerimi aktarayım dedim.

Öncelikle en çok merak ettiğim konudan girmek istiyorum. Yapımcılar, kasımda PS4 ve Xbox One için çıkacak yeni nesil sürümünün üstünde o kadar çok duruyorlardı ki, oyunun mevcut nesildeki (ve PC'deki) sürümünde çok az değişiklik olacağını; FIFA 13'ün biraz cilalı versiyonuyla buluşacağımızı düşünüyordum. TAMAMEN YANILDIM!


Oyunun çehresi inanılmaz değişmiş arkadaşlar. Top kontrolü, oyun anlayışı, sahaya yayılış, şutlar, animasyonlar, yapay zeka, atmosfer, seyirciler, sinematik yönetim... Komple bir evrim geçirmiş seri. Hani 11'den 12'ye geçişteki kadar değil ama kesinlikle FIFA 12 ile FIFA 13 arasındakinden çok daha fazla fark var, daha büyük bir değişim söz konusu. Zaten iyi olan ve sürekli de üstüne koyan seride, bir neslin de artık tamamen sonuna gelmişken YİNE bu kadar büyük bir değişim yapmaları gerçekten takdiri hak ediyor.

TOPA MÜDAHALE
Oynanıştaki büyük değişikliklerin başında top fiziği ve kontrolü geliyor. Artık topu iyice futbolculardan bağımsız bir unsur olarak hissedebiliyoruz. Hava topları, seken toplar, paslar... her an topu kontrol etmek için mücadele hâlindeyiz. Yakınımızda rakip olsun ya da olmasın, topu kontrol etmek, yerinde bir zorluk barındırıyor artık. Ve bu nedenle oynanış sırasındaki anlık amaçlardan biri hâline geldiğini söyleyebilirim. Hemen burada bir ipucu vereyim: Artık bir parmağınız sürekli RT tuşunun (PS3'te R2) üstünde olsun. Topu yumuşatmak, düzeltmek, kontrol etmek için her zaman ihtiyaç duyacaksınız.


Yarattığı zorluklardan bahsettiğim için, oyuna gereksiz güçlük katan bir yenilik olarak görmeyin. Kesinlikle yeni FIFA'nın en önemli yapı taşı. Oyunun bilinmezliğini artıracak ve ezberleri zorlaştıracağını düşünüyorum. Bu da sürekli farklı taktikler, farklı metotlar uygulamaya itecek oyuncuları.

TAKIM OYUNU
Yapay zekada da olumlu yönde değişiklikler var. En önemli yenilik; artık hep aynı yolla ve süper zekayla(!) saldırmıyorlar. Oyun plânı, kadro yapısı, takımın özelliği, kilit oyuncular gibi faktörler artık sadece oynayanlar için değil, yapay zekanın kontrolündeki takımlar için de geçerli. Farklı farklı şekillerde yoklayabiliyorlar artık bizi. Karşımızdaki takımın kimliğini artık daha net hissedebiliyoruz.

Takımların karakterleri, daha fazla işin içinde

Kendi takımımızda da yenilenmiş yapay zekadan güzel esintilerle karşılaşabiliyoruz. Yapay zeka, top ayağımızdayken artık daha çok pas imkânı yaratmaya çalışıyor. Çevredeki takım arkadaşları yakına gelerek pas istiyor, hızlı kanat ve hücum oyuncuları her an savunma arkasına koşu yaparak atağı genişletmeye ve tehlike yaratmaya çalışıyor, rakip ataklarında kontrolümüzde olmayan oyuncular da daha iyi pozisyon alıyor. Kısacası oyun üzerindeki hakimiyetimiz ve oyun zevkimiz daha da artırıyor.

Burada aklıma takılan bir soru işareti var ki, o da; sürekli savunma arkasına koşan, boşa kaçan hücumcuların, FIFA 11 ve PES 2011'deki gibi bir ara pas bug'ına neden olup olmaması. Henüz erken tabii. Özellikle demodaki birkaç takımın da üst düzey olması ve kaliteli oyunculardan oluşmasını göz önünde bulundurursak, oyunun tam sürümü çıktığında daha iyi görebiliriz bunu. Ama tabii ki dileğim, oyunun her yerinde dengeyi sağlamaya çalışan yapımcıların böyle bir açık bırakmaması.


FİGÜRANLIKTAN YARDIMCI OYUNCULUĞA...
Oyunun güzelleşen kısımlarından biri de atmosferi. Yine yapımcıların daha çok yeni nesil sürümünde üstünde durduğu seyircilerdeki değişimi, bu nesilde de görebiliyoruz. Artık daha kaliteli modellemelere sahipken, hareketlilikleriyle ve sesli tepkileriyle oyun alanını daha iyi dolduruyorlar. İşitsel olarak daha dinamikler ve pozisyonlara yumuşak geçişlerle anında tepki verebiliyorlar. Yani önceki oyunlardaki gibi ani ses patlamaları değil, orantılı ses geçişleriyle tepkilerini yansıtıyorlar. Görsel olaraksa özellikle gol sevinçlerinde ve pozisyon tekrarlarındaki farklı kamera açılarında, çok daha canlı ve gerçekçi oldukları göze çarpıyor.

KAMERA! MOTOR!
Burada hemen oyunun sinematik yönüne değinmek istiyorum. FIFA 13'te oyun adeta tamamen anlık görüntüden ve ana kameradan ibaretti. Gol sevinçleri, tekrarlar (ki çoğu pozisyonun tekrarının gösterilmemesini bırak, bazen gollerin bile tekrarını göstermiyordu), yakın çekimler... Oyun sinematik açıdan hâlen çok gerideydi. Bu kez bu konuda da çok adım atmışlar. Tehlikeli pozisyonlarda genellikle kaçıran oyuncunun yakın çekim görüntüsüyle birlikte pozisyonun tekrarını da hemen veriyorlar - ve arada güzel geçişler uyguluyorlar. Kart anında da hem hakemi, hem kart gören oyuncuyu yakın çekimle ekrana getiriyorlar. Gollerdeyse hem eskisi gibi takılan, abuk anlar yaşanmıyor; hem de anında farklı açıya geçip sevinci daha iyi yansıtıyorlar. Tabii tüm bu yakın çekimler sırasında, oyuncu modellemelerinin ve grafiklerin ne kadar iyi olduğunu da iyice görmüş oluyoruz.


ENDİREKT SERBEST VURUŞ
Oyunu yeterince övdük, biraz da eksilerinden bahsedelim. Oyunculara yapışıklığından ayrılan top ve yeni animasyonlarla birlikte, bazen oyunun gerçekçiliğine yakışmayan sert animasyon geçişleriyle karşılaşabiliyoruz. Yapımcıların belki de tam sürüme kadar düzeltebileceği bir hata olsa da, demoda dikkatimi dağıtan bir konu oldu.

Önceki oyunlarda devre ve maç bitişleri çok uzayabiliyordu. Top ceza sahası çevresindeyken bir türlü bitirmiyordu maçı hakem. Bu kez onu tamamen kaldırmışlar. Ama ne kaldırmak! Hakem oyunu her an her yerde bitirebiliyor. Şu ana kadar başıma bununla ilgili çok büyük bir kaza gelmedi ama efsane hatalara sebep olabilir.



MERMİ GİBİ...
Yapımcıların en çok üstünde durdukları yenilik, "Pure Shot" ismindeki yeni şut sistemiydi. Artık futbolcular topa daha güzel animasyonlarla vuruyorlar ve daha iyi şutlar çıkarabiliyorlar. Fakat demoda şimdiye kadar şutlar bu özellik biraz olumsuz olarak gözüme çarptı. Zira futbolcular fazla düzgün vuruyorlar! Nispeten zayıf oyuncular bile uygun pozisyonda çok iyi şutlar çıkarabiliyorken, üst seviye futbolcular neredeyse şaşmıyor. Oyundaki sert ve düzgün şut ortalaması inanılmaz. Bunun özellikle tam sürümde gol atmanın çok kolay olmasına sebebiyet vermesinden çekiniyorum. Bir de önceki paragraflarda bahsettiğim sürekli arkaya kaçan oyuncularla birleşince... Aman EA korusun! Umuyorum ki tam sürümde bu seviyede olmayacaktır.

JOGA BONITO
Sürekli daha da güzel olan, üstüne koymaktan vazgeçmeyen, yeri geldiğinde köklü değişikliklerden çekinmeyen FIFA; bu sene yine yeniliklerle dolu çok güzel bir oyunla geliyor. En başta verdiğim linki tekrarlayayım: Bu linkten FIFA 14'ün demosunu indirebilirsiniz. Futbola ve oyunlara ilginiz varsa zaten FIFA'nın kalitesini de biliyorsunuzdur. Yine kaçırılmayacak bir oyun olmuş. Bir senelik yeni oyuncağımız yine çok güzel. İyi oyunlar...

28 Ağustos 2013 Çarşamba

FIFA 14 ve Süper Lig


İlk kez FIFA 2000'de tek denemelik bir tat bırakan ve daha sonra FIFA 07'den FIFA 11'e kadar seride art arda 5 yıl yer alan Küme-i Şahane'miz*, 3 Temmuz süreci ve Mehmet Ali Aydınlar yönetiminin ülkeye soktuğu en büyük kazık olarak bir daha oyunlara giremedi. Kapısına gelip ligin lisansını isteyen EA Sports yetkililerine "engin yöneticilik tecrübesi" ve "operasyon becerisi"ni konuşturarak "Lisans mı, ne lisansı? Lisans ne arar la TFF'de? Gidin kulüplerden alın. Ben bilmiyorum lisans misans..." cevabını vermiş ve üç kuruşluk oyun zevkimizin içine etmişti.

Olayların sıcağı sıcağına yaşandığı sezon, FIFA 12'de bulunamamıştı ligimiz. Federasyonda başkanlık değişimiyle Aydınlar'ın yerine gelen Demirören de işlerden en az Aydınlar kadar anlamadığı için, Süper Lig FIFA 13'te de yer almamıştı. Gerçi Demirören'e lisans yüzünden kızamıyorum. Zira bırakın lisansı, kendisinin futbol ve yöneticilik alanında anladığı herhangi bir konu bulunmamakta.


Fakat bu yıl, artık fazla uzayan bu sorunsalla ilgili çok değişik gelişmeler yaşandı. Nisan ayında oyun sitelerine düşen habere göre; Kulüpler Birliği ile temasa geçilmiş ve konuyla ilgili "EA Games ile anlaşma imzalama aşamasındayız. Birkaç gün içinde anlaşma tamamlanacak. Ligimiz kesinlikle oyuna eklenecek!" yanıtı alınmıştı.

TFF'nin lisans vermemesi ve EA Sports'un da -haklı olarak- bütün takımlarla tek tek görüşmek istememesi, Kulüpler Birliği'yle anlaşmanın en mâkul yol olduğunu gösteriyor. Bu nedenle çok umutlandık. Fakat doğruluğu meçhul bu üç cümle dışında, ilerleyen zamanda hiçbir gelişme yaşanmadı.

Hayran tasarımı, hoş bir Türkiye kapağı. Keşke gerçek olsa...

Fuarlar geldi geçti; yeni lisanslar, yeni ligler açıklandı; ama içlerinde Türkiye'ye dair hiçbir şey yoktu. Tabii bu sırada şaşırdığım şekilde, gelişmeleri merakla takip edenler sadece bizler değiliz. Bizim kulüplerin son zamanlarda yaptığı birçok önemli transfer ve geçen yıl hem Fener'in hem Galatasaray'ın Avrupa'yı sallamasıyla birlikte, yurt dışından da Süper Lig'e ve bu konuya ilgi inanılmaz bir düzeye ulaştı. Öyle ki; yabancı oyun editörleri, bloggerlar, serinin takipçileri... herkes bunu merak ediyor, yapımcıları gördükleri yerde bu sorularla sıkıştırıyorlar. En sonunda birkaç gün önce Gamescom fuarında serinin resmi bloguna verdiği röportajda yine Türkiye ligi sorulunca, oyunun yapımcılarından David Rutter: "Bu soru o kadar çok soruluyor ki, artık Twitter'ı bile okuyamıyorum doluluktan. Açıkladığımız yeni lisanslar var: Şili ligi, Arjantin ligi, yeni İtalyan takımları, Brezilya milli takımı... Şu an için onaylayabileceğimiz başka bir şey yok. Bekleyelim..." yanıtını verdi.

Bunun dışında Twitter'dan, Facebook'tan, forumlardan da çok soruluyor bu soru EA Sports'a. Genelde yanıt hep "bekleyelim, görelim", "şimdilik onaylayabileceğimiz bir şey yok", "gelişmeleri takip edin" şeklinde oluyor.



Peki ne olacak şimdi? Süper ligi var mı, yok mu? Şimdi konuyu elimizdeki bilgiler ve oyunlara gömdüğüm yıllarımın verdiği deneyimle yorumlayarak bir tahmin yapmak istiyorum.

Federasyon lisans vermiyor. Maalesef 3 yıldır yaşadığımız sorunun temeli bu. Bunun üstüne EA Sports gidip Kulüpler Birliği'yle görüşüyor. Eğer anlaşabildilerse bile sonuç olarak ligin lisansı alınmış olunmuyor. Yani? Şöyle ki, ligin lisansını alamamış olsalar bile 18 takımla anlaştılarsa takımları bir arada oyuna eklerler. Fakat, oyunda resmi herhangi bir lig unsuru yer almaz. Ligin logosu olmaz, menüde "Spor Toto Süper Lig" yazmaz, önceki oyunlardaki gibi ligde kullanılan top oyuna eklenmez vs. Ancak bu 18 takım, "Turkish League" gibi bir isim altında bir araya toplanabilir ve oyundaki her modda da bu şekilde geçer. Yani lig, lisanssız bir şekilde eklenmiş olur.


Bu, gayet olabilecek ve geçmişte de örneklerini gördüğümüz bir yol. Eğer böyle bir gelişme varsa, EA Sports yetkililerinin duyuru yapmaması da son derece mantıklı oluyor. Çünkü "oyuna ekledik" diyebilecekleri resmi bir lisans yok.


Yukarıda da belirttiğim gibi, bu bir "tahmin". Tamamen kişisel yorumum. "İşte böyle olacak" demiyorum! Ama EA Sports yetkililerinin bu konu her sorulduğunda verdikleri yuvarlak cevaplar, hiçbir zaman kesin bir şekilde "evet" ya da "hayır" dememeleri, bu ihtimâlin yüksek olduğunu düşünmeme sebep veriyor. Sonuç olarak, bekleyelim, görelim. Umut etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok şu an için.


* Four Four Two, 2007 Mart sayısı, Mert Aydın

27 Ağustos 2013 Salı

Yeni Nesil (PS4, Xbox One) - 1 - İlk Bakış


"Geldi", "geliyor", "gelecek", "gelmeli", "gelsin", "gel ulan artık!"... derken yeni nesil sonunda kapımıza dayandı arkadaşlar. Geçen sene çıkan WiiU'yu ben dâhil oyunlarla ilgili kimselerin %99'u yeni nesilden saymadığı için, asıl yeni nesil, bu sonbaharda çıkacak PS4 ve Xbox One'la başlıyor. Önce şubatta Sony, ardından mayısta Microsoft duyurdu yeni konsollarını. Sonrasındaysa E3 ve Gamescom fuarlarındaki gelişmeler ve gelen haberlerle, bu konsollar hakkında artık epey bilgi sahibiyiz.

Eh, yıllar sonra yeni konsollar geliyorken, ben de blogda bu konuya değineyim, detaylıca anlatayım dedim. Konu çok uzun olduğu için de 4 parçaya böldüm. Bu ilk bölümümüzde neyin ne olduğuna kabaca değinip, konsolların genel hatlarından bahsedeceğim. Sonraki bölümlerdeyse daha detaylı özelliklerine, kontrolcülerine ve oyunlarına değineceğim.

Önce en temelden başlayalım. Ne kadar detaylı teknolojik cihazlar olsalar da, sonuçta insanın ilk gözüne çarpan, fiziksel görünümüdür. Bu iki konsolda da ilk dikkatimizi çeken, doğal olarak boyutları oldu. Xbox One çok büyük -ve tasarım olarak da dümdüz- iken, PS4 -tasarımının güzelliği tartışılabilir olsa da- olması gerekenden çok küçük geldi gözümüze. Nihayetinde bu cihazları evde televizyonun altına koyacağımıza göre, PS4'ün bu konuda avantajlı olduğunu söyleyebiliriz.

Xbox 360, birçok yönüyle güzel bir konsol olmasına rağmen, aynı zamanda oyun tarihinin en büyük fiyaskolarından biriydi. Çünkü konsolda çok yaygın olarak ısınmaya bağlı 3 kırmızı ışık hatası yaşanıyor ve konsol ölüyordu. Özellikle ilk zamanlarda çok can sıktı bu durum. Daha sonra yapılan araştırmaya göre piyasadaki Xbox 360'ların %55'inde yaşanmıştı bu büyük sorun. İşte bu tarz bir sorunu bir daha yaşamamak için yoğurdu gereğinden fazla üfleyen Microsoft, sırf makinenin içindeki hava dolaşımının daha iyi olabilmesi için bu kadar geniş tutmuş kasayı.

Kasadan yavaş yavaş içeriye sokulup başlıca özelliklerini belirtmek gerekirse, ikisi de PC'ye çok yayın bir mimaride geliştirilmiş durumda. Ve çoğu özellikleri de hemen hemen aynı. Aralarındaki en önemli fark, PS4'te GDDR5, Xbox One'da ise DDR3 ram kullanılıyor olması. Matematiksel olarak da göze çarpan farkın yanında, PS4'ün ram'indeki o "G" harfi, kabaca grafik kartıyla da etkileşim hâlinde olduğu anlamına geliyor. Yani PS4'ün buradan bir gol attığını söyleyebiliriz. Hafıza konusundaysa, her iki konsol da 500 GB dahili hard diskle birlikte satışa çıkacak.


Bir önceki nesilde Nintendo'nun icat ettiği ve Xbox ile PlayStation'ın hemen kendilerine adapte ettiği hareket kontrol sistemleriyse, her ne kadar şimdiye kadar fazla ilgi görmemiş olsalar da yeni konsollarda da yer buluyorlar. Xbox'ın Kinect sistemi, artık daha kapsamlı tarama ve Full HD çözünürlükle yeni nesle geçiş yapıyor. PlayStation Camera ise artık ek aparatlara değil, doğrudan kontrolcüye adapte. Kinect bildiğimiz bir sistem olmasına rağmen, PS Camera biraz farklı ve henüz hakkında pek bilgi sahibi değiliz. Şimdilik arka plânda kalmış olsalar da, casual ve softcore olarak tabir edilen oyuncu kitleleri için kilit olabilecek cihazlar. Sonraki yazılarda bunlardan daha detaylı bahsedeceğim.

Konsolların çıkış politikalarına geldiğimizdeyse, Xbox One, kullansanız da kullanmasanız da Kinect'i zorunlu olarak pakete dâhil ediyor. Fakat PlayStation'da Camera zorunluluğu yok. Bu tercihler, konsolların fiyatlarına çok net bir şekilde yansıyor. Xbox One, Kuzey Amerika'da $500, Avrupa'da ise €500 fiyatla satışa çıkıyor. PS4'ün fiyatı ise, Kuzey Amerika'da $400, Avrupa'da €400.


Yılın sonlarında satışa çıkacak iki konsolun çıkış tarihleri de çok yakın. Xbox One için gün olarak kesin bir tarih söylenmemiş olsa da, Kasım ayında satışta olacak. PS4 ise Kuzey Amerika'da 15 Kasım'da, Avrupa'da 29 Kasım'da satışa çıkacak.

Peki ya Türkiye? Evet, bu çıkış bilgileri dünya için, daha doğrusu belli başlı ülkeler için geçerli. Xbox 360'ı Türkiye'ye resmi olarak, çıkışından tam 7 yıl sonra getiren Microsoft, Xbox One'ı da çıkar çıkmaz getirmiyor. Xbox One, ilk anda ABD ve Kanada'nın yanında 13 Avrupa ülkesinde satışta olacak. Türkiye'ye resmi gelişinin en az bir yıl sonra olacağı konuşulsa da, Xbox 360'tan edindiğimiz tecrübe, bu sürenin çok daha uzun olabileceğini gösteriyor.

PS4 ise, Avrupa'daki çıkışından yaklaşık iki hafta sonra, 14 Aralık'ta resmen Türkiye'de olacak. Kesin fiyatı henüz netleşmese de, 1250 TL ile 1350 TL arasında olacağı açıklandı.

Şimdilik genel olarak anlatabileceklerim bu kadar. Sonraki yazılarda, daha detaylı bakışlarda görüşmek üzere...

12 Mayıs 2013 Pazar

Tarihi Değiştiren Kararlar - 3



Oyun dünyasının tarihini değiştiren olaylara değindiğimiz bu serimize aylar sonra devam ediyoruz. Bu seferki konumuz, blogu takip eden çoğu kişinin yakından ilgilendiğini düşündüğüm, futbol oyunları.

Winning Eleven ve ISS (International Superstar Soccer) serileriyle birlikte EA Sports'un futboldaki tekelini kırmayı başaran Konami, 2001 yılında asıl etkiyi yaratacak serisine başlıyordu: Pro Evolution Soccer. İlk iki oyun sadece konsollara çıktıktan sonra, PES 3'le birlikte ilk defa PC tecrübesine de erişen Konami, FIFA'nın bu platformadki üstünlüğünü de dağıtmayı başardı. Hem oynanış olarak hem de yeni lisanslarla öncülünün üstüne çıkmayı başaran PES 4, serinin ciddi anlamda ismini duyurmasında büyük katkı sağladı.




2005'e, yeni neslin iyice kapımıza dayandığı günlere geldiğimizde, PES elini daha da güçlendirmiş, hem yeni lisanslarla topladığı ilgiyi biraz daha artırmış; hem de oynanış kısmında yaptığı yeniliklerle çıta belirleyen bir oyun olmuştu. Son yıllarda gittikçe güç kaybeden FIFA'nın piyasada tutunabilmek için kesin bir cevap vermesi gerekiyordu. Ve şeytanın aklına gelebilecek dâhiyane bir pazarlama hamlesi yaptılar...



PES yıllardır seri ismi şeklinde devam ediyordu: PES 2, PES 3, PES 4... FIFA'ysa yıl isimlerini kullanıyordu. PES'in seri rakamlarının içinde bulunulan yılla örtüşmemesi, EA Sports'a ilham verici bir fikir getirdi. Yıl sayısının ilk iki rakamını atarak son iki rakamını ön plâna çıkardılar. Ve böylece peş peşe çıkıp aynı sezonlara ait olan iki oyunun isimleri, FIFA 06 ve PES 5 oldu. İllüzyonu fark ettiniz mi? Evet, konuyu çok yakından takip etmeyip de bir mağazaya, dükkana gidip futbol oyunu almak isteyecek insanlar için "FIFA 06 > PES 5", yani "FIFA yeni oyun, PES eski" izlenimi yaratıyordu. Bu durum gerçekten hissedildi. Hatta bizzat tanık olmuşluğum bile vardır.

EA bu kurnazlığın ekmeğini; öncülünün üstüne koyup çıtayı daha da yükselten, herkesçe serinin gelmiş geçmiş en iyi oyunu olarak anılan PES 6'yla, son 10 yıldaki en kötü FIFA olarak bilinen FIFA 07'nin rekabetinde de yedi. Yeni nesle geçişle birlikte aklı başına gelip yıl isimlerine geçmeye karar veren Konami'nin PES 2008'ine kadar, rakibinden açık ara en kötü olduğu günlerde bu önemli taktiksel hamleyle piyasaya tutunmayı başardı FIFA.

Günümüzde FIFA büyük bir toparlanmanın ardından her geçen sene destan yazıyor, PES'se artık ciddi anlamda nal topluyor olsa da; durumun tersine olduğu zamanlarda Amerikan pazarlamacılığı Japon mütevazılığına sağlam darbe indirmişti bir kez daha...

8 Nisan 2013 Pazartesi

Volkan Against Racism


UEFA'nın 2009'da başlattığı uygulama gereği, UEFA'nın resmi maçlarında takım kaptanları, standart pazubantlardan birini takmak zorundalar. Irkçılığa karşı mesaj (slogan) içeren bu bantların mavi, sarı ve beyaz renkleri mevcut. Volkan'ın (ve zamanında Alex'in) mavide diretip, pazubantları belli olmayacak şekilde kullanmaları ayrıca tartışılır. Şimdi konumuz başka...


Hemen üstteki foto, bu akşamki Ordu-Fener maçından. Bazıları UEFA maçlarında bile takmaktan imtina edip kendi özgün bandını kullanmakta diretirken; Volkan lig maçında bile UEFA'nın verdiği pazubandı takıyor. Ne diyelim: "Respect"...

5 Nisan 2013 Cuma

Neredeeeeeeeeeen Nereye...




Aradan tam 17 sene geçmiş. Geçen sürede "isim" üstünden para kazanma uğruna çok saçmalamış olasalar da, yıllar sonra bile çok güzel hatırlayacaktık. Üstüne bir de bu sağlam geri dönüş, cidden çok çok sevindirdi bizleri.

Pixellerden taşan orantısız göğüsleriyle bir neslin ergenliğinin gelişim sürecinde büyük etki bırakan kahramanımız, son sevdiğimle adaş olması sebebiyle de gönlümdeki özel bir yerde ikâmet ediyor. Yıllar sonra gelen yeni oyun, PS One dönemindeki güzel hatıraları canlandırmasının, sağlamından bir nostalji yaşatmasının yanı sıra; çok da güzel bir aksiyon oyunu olmuş. Dün gece başladım, henüz başlardayım. Şimdiye kadar "survival" hissiyatını derinden hissettirdi oyun. Etraftan da hep olumlu tepkiler alması, oyunun bu çizgide devam edeceği izlenimini yaratıyor bende. Seneler sonra tekrar hoş geldin Lara Croft...

27 Mart 2013 Çarşamba

6 Yıl Sonra...


Bu gözler, İspanya milli takımının yıllar sonra iç saha formasının altına farklı renk şort giydiğini gördü. İç saha formalarıyla her zaman kendi standart (döneme göre mavi ya da lacivert) şortlarını giyer, kolay kolay da kombinasyon yapmaz İspanyollar. Avrupa Şampiyonası finalinde bile deplasman konumundayken rakibiyle neredeyse aynı şortu giymiş, kombinasyonlarından vazgeçmemişlerdi. Fransızların  masmavi kombinasyonu (ve şans eseri İspanya'nın deplasman formasının da mavi olması) bu maçta kombinasyona mecbur bırakmış.


2007'nin bu zamanlarında Old Trafford'da İngiltere'ye karşı, ilginçtir, bir hazırlık maçında bozmuşlardı iç saha kombinasyonlarını. Hatta şu meşhur 2,5 senelik, 30 küsür maçlık yenilmezlik serilerinin de başlangıcı olması sebebiyle çifte önemi vardır tarihte. Tarihlerinin açık ara en iyi dönemi olması dolayısıyla son yıllarda daha yakından takip ettiğimiz için hatırlamakta sıkıntı çekmiyorum. Benim hatırladığım, en son o maçtı. Eğer arada kaçırdığım başka maç olduysa haber edin.

Tabii bugünkü maçta 2007'ye göre çok önemli bir fark var. İngiltere maçında giyilen şort, o dönemki deplasman formalarının şortu. Ama bugünkü kırmızı şort, başka bir formaya falan ait değil. Yani böyle durumlar için düşünülmüş, ona göre üretilmiş bir "alternatif" şort. Maç günü de olamayacağına göre, demek oluyor ki, İspanyollar bu durumu öngörerek kombinasyon yapmayı göze almış ve hatta hazırlık yapmışlar. Böylece bu ender görülen kombinasyonu, önümüzdeki dönemde -ihtiyaç olması hâlinde- yıllar geçmeden de görebiliriz.

Not: Maçın 2007'de olduğunu net hatırlıyordum da, aradan geçen sürenin 6 yıl olduğunu hesaplarken bunalıma girdim. 2007'den bu yana 6 sene geçmiş olmamalı! Zaman ne çabuk geçiyor sevgili okur...

21 Mart 2013 Perşembe

La Marcha Real


Cehâlette ve ortalığı kızıştırma arayışında sınır tanımayan spor basınımızın(!) son incisi... Fazla yazacak bir şey yok, iyi saçmalamışlar yine.

Not: İspanya milli marşı "La Marcha Real", zamanında milli marş lazım olunca kullanılmaya başlanmış, esasen -adında da açıkça yazdığı gibi- kraliyet marşıdır. Günümüzde az sayıdaki "SÖZSÜZ" milli marştan biridir.

15 Mart 2013 Cuma

Steve "Esteban" McManaman


Kaç saat geçti, daha basit bir yazı yazabilecek kadar bile ancak toparlayabildim kendimi. Ulan ne sinir bozucu bir durum... İki çok sevdiğin takım aynı kupada ilerliyor. Birisi yıllardır kazanamıyorken, kazanabilecek potansiyel ve sinerjiyle yoluna devam ediyor (lig gitti, bir bu kaldı). Diğeri seneleeeeer sonra buralara gelebiliyor. Ve ikisi çeyrek finalde eşleşiyor! 8 takım var. Bu ikisinin birbiriyle eşleşme ihtimâli %14!

Bu yukarıdaki, elinin ayarını siktiğim İngiliz piçi yüzünden, bütün futbol zevkim, Şampiyonlar Ligi heyecanım kayboldu. Orospu çocuğu, başka hangileriyle eşleştirirse eşleştirsin sorun olmayacaktı (zorluktan bahsetmiyorum). Gitti ikisini birbiriyle eşleştirdi.

Galatasaray'ı iyi destekledik buraya kadar. Ama bu çarpışma kötü bir tâlihsizlik oldu benim adıma. Buraya kadar yaptıkları için tebrik ediyor ve yavaşça annesinin ligine uğurluyoruz Galatasaray'ı. Bu sene Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak zorundayız. Ve hem kadro potansiyeli olarak, hem de ikinci devrede yükselen formla (ulan resmen Casi'nin sakatlanmasından sonra takım çıkışa geçti - hayırlı sakatlık?) bunu yapabilecek güçteyiz. "FATİH'İN ASLANLARI!!!" da bunu nah durdurabilir. Zaten özellike romantik Galatasaraylılarla gereksiz polemiklere girmek istemediğim için kapattım Twitter'ı falan.

Kim kazanır, kim tura yakın, kim favori... bu muhabbetlerin ötesinde, eşleşmede net olarak Real'i desteklediğimi açıkça söylüyorum. Kimin bu konu hakkında ne düşündüğü de zerre umrumda değil. Benim üç senedir futbolda -kulüpler bazında- tek taraftarlık kimliğim, José'nin takımları şeklinde. Avrupa muhabbetini sevdiğim için bu turnuvalarda bizim takımları desteklesem de (hâlihazırda Fener'e desteğimi sürdürmekteyim) benim için önce José geliyor.

Son olarak iki anekdotla yazıyı tamamlayalım. Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nde daha önce sadece bir kez çeyrek finale çıkabilmişti. Yine Real Madrid'e elenmişlerdi. Avrupa Ligi'ndeyse (UEFA Kupası) daha önce çeyrek finale son takım yollayışımız, bundan tam 10 yıl önceydi. Lucescu'nun Beşiktaş'ı Lazio'ya elenmişti (bu inşallah tekrar etmez).

Galatasaray'ı buralara kadar geldiği için kutluyor, Fenerbahçe'ye Avrupa Ligi yolculuğunda başarılar diliyorum...

16 Şubat 2013 Cumartesi

Akustika - 9


Baştan söyleyeyim, bu seferki paylaşımımızın "kaydı" pek iyi değil. Hem ses kalitesi biraz kusurlu, hem de Matt mikrofonu gerçekten berbat kullanmış. Ama hem şarkı çok güzel, hem de bu akustik performansı ayrıca hoş olmuş. Yani mutlaka dinlenmesi gerek. Zaten öyle olmasa burada paylaşmazdım. Muse'un ilk albümünden uzun isimli bir parçanın güzel bir akustik çalışması: 'Hate This & I'll Love You'...

13 Şubat 2013 Çarşamba

Rönesans'tan Bir Kız Tavlama Macerası


Sevgililer gününe özel, bugün bir kız tavlama macerasından bahsedeceğim. Hem de -başlıkta da gördüğünüz gibi- Rönesans'tan, 1476'nın Floransa'sından...

Bir kıza nasıl yaklaşılması (ya da nasıl yaklaşılmaması) gerektiğini gösteren; ama vazgeçmemenin, peşinden 'koşmanın' elbet sonuç getireceğini de anlatan kısa ve hoş bir video. Tüm platonik aşıklara gelsin...

12 Şubat 2013 Salı

Durma...

Çekinme.
Hareket etmekten,
Adım atmaktan çekinme.
Yaptıklarının sonuçlarına katlanmaktan çekinme.
Çünkü yapmadıklarının sonuçları daha ağırdır çoğu zaman.
Bunu göze alabiliyor musun?
Alma.
Değmez çünkü.
En kötü yaptığın bile hiç yapmadığından iyidir.
Ama bunu,
En kötü yaptığının burukluğunda değil;
Hiç yapmadığının hüznünde anlarsın ancak.
Beceri değildir hayatın anahtarı;
Cesarettir,
Yılmadan devam edebilmektir.
Durduğun sürece,
Ne kadar iyi yürüdüğünü düşünmenin bir önemi yoktur.
Yürümektir önemli olan.
En kötü yürüyen de olsan;
Usanmadan yürüyebilmektir mutluluğun sırrı.
Hatta haddini bilmeden koşabilmektir bazen.
Durmak,
Yerinde saymak değil;
Sürekli gerilemektir hayatta.
Yerinde sayabilmek için bile yürümen gerektiğini,
Durunca kaybettiklerin fark ettirir sana.
Yaşam durmuyor.
Yakalamak için,
Kaçırmamak için,
Hareket etmelisin.
Sadece bir kere dur.
Son duruşun olsun.
Neden hareket etmen gerektiğini iyice kavra.
Her şey istediğin gibi olsun...

6 Şubat 2013 Çarşamba

Otantik


Son zamanlarda beni en çok 'önemli' hissettiren, Nike'tan gelen basın bültenleri. "Değerli basın mensubu..." diye başlayınca mail'lar, önceden: "Basın mensubu mu? Ne basın mensubu? O kim? Blogger'ım ben!" tepkisi veriyordum. Sonradan alıştım, hatta hoşuma gitmeye başladı. Doğrusu, forma mevzusuyla yakından alâkadar biri olduğum için en yeni formaların en detaylı fotoğraflarına anında ulaşabiliyor olmak çok memnun ediyor beni. Zaten beni eski blog zamanından beri 'ağlarına' dâhil etmiş olma sebepleri de budur. Sağ olsunlar...

Konumuza geçelim. Geçen gün Brezilya'nın yeni formaları için Nike'tan mail geldi yine. Çok güzel bir forma. Son zamanlarda Brezilya formalarını pek beğenmiyordum ama gerçekten bu defa takdirimi kazandılar. Klasik, hafif retro bir tasarımla, sade, şık bir forma yaratmışlar. Formanın güzelliği bir yana, benim takıldığım asıl konu başka.

Birkaç detaylı, güzel foto var. Onlara bakarken çok dikkatimi çeken bir husus oldu. Nike'ın 'Authentic' serisine başladığından beri son 2 (ya da 3) yılda 'elit' takımlarının formalarına koyduğu t-bant ve lazer deliklerinde -Brezilya'ya has- çok ince bir düşünce göze çarpıyor. Formanın yanlarında birkaç sıra hâlinde bulunan lazer deliklerinin en tepesindekileri, Brezilya'nın 5 Dünya Kupası zaferiyle kazandığı 5 yıldıza ithâfen yan yana 5 yıldız şeklinde basmışlar.


Ne kadar küçük, ama ne kadar anlamlı bir detay; değil mi? Zaten günümüz formalarına güzellik katan da, öyle abartılı desenler değil; böyle ufak ama mânâlı detaylar. Özellikle Nike ve Umbro çok iyi yapıyor bunu. Bu da ilgili en taze örnek olmuş. Buradan tebriklerimizi iletelim ve 'sorumlu bloggerlık anlayışımız' gereği elimize geçen detaylı fotoların kalanını da şöylece paylaşalım:






*Fotoğrafları büyük (orijinal) hâllerinde görüntülemek için üstlerine tıklayın.

5 Şubat 2013 Salı

"Cinsellik"

"Cinsel eylem insanlara ne kötülük etti ki kimse yüzü kızarmadan söz edemiyor ondan? Ciddi ve terbiyeli konuşmalarda neden yer verilmiyor ona? Hiç sıkılmadan öldürmek, çalmak, aldatmak diyebiliyoruz da ona gelince susuveriyoruz. Neden acaba? Yoksa onun sözünü ağzımızda ne kadar az harcarsak düşüncesini kafamızda o kadar büyütmeye hak mı kazanıyoruz? Çünkü belirsiz olan, en az kullanılan, en az yazılan, en saklı tutulan sözler; en iyi ezberlenen, en çok kişi tarafından bilinen sözlerdir. Her yaştaki, her baştaki insan onu, ekmeği bildiği kadar bilir. Dile, sese, harfe gerek olmadan herkesin içine yazılır."

"Suskunluğun dokunulmazlığı içine kapamışız cinsel eylemi. Çıkarmak bir suçtur oradan onu, suçlamak ve yargılamak için bile olsa. Ancak dolambaçlı sözler ve resimlerle kırbaçlamaya kalkabiliriz onu. Böylesine tiksindirici olmak bir suçlu için ne büyük şeref! Adalet dokunmayı, bakmayı suç sayıyor bu suçluya? Cezanın ağırlığı özgürlük, dokunulmazlık kazandırıyor suçluya. Kitaplar için de öyle olmuyor mu? Ne kadar yasaklanırsa o kadar çok satılıyor, daha çok okunuyorlar."

Montaigne, "Denemeler"

Akustika - 8



Bu seriyi çok sevdim. Ne zaman bloga bir iki gün bir şey yazamasam, araya sıkıştırıyorum; sayfa güncel kalıyor. Gerçi sevmesem zaten hiç açmazdım ya... Ama son zamanlarda konuyla fazlasıyla alâkadar olduğumdan, bu seri ayrıca bir gözdem konumunda. Bu "boşluk doldurma" meselesi de ayrı bir hoşluğu tabii. Neyse...

Muse'un en sevdiğim ve aynı zamanda en popüler şarkılarından Muscle Museum'ın akustik performansı. Muse'un akustik çalışmalarını diğer akustik performanslardan ayıran en önemli güzellik, Matt'in akustik gitarda da elektroda yaptıklarının aynısını yapabilmesi. Tabii ki iki enstrüman arasındaki farklardan dolayı bire bir aynı ses çıkmıyor; ama akustik gitarın kendine has hoşluğuyla farklı bir güzel tat meydana geliyor. İşte bu performansta da aynı durum söz konusu.

Görüntü kalitesinin berbatlığı için kusura bakmayın, akıllı fırınla çekmişler herhalde. Ama ses iyi, gayet anlaşılır.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Rio 2016'da Neler Olacak?


Bugün çok enteresan bir haber duydum. Riot Games başkanı, IOC ile görüşmelerin sürdüğünü ve komitenin, e-sporların Rio 2016'da yer almasına sıcak baktığını açıklamış. ('Riot' Games, 'Rio'... Bir şeyler dönüyor ya, neyse...)

E-spor zaten apayrı bir tartışma konusu. Çok basit bir düşünceyle, video oyun turnuvası mantığıyla başlayıp artık iyice profesyonel bir iş hâline gelmiş durumda. Bu işle çok ciddi ilgilenen oyuncular var. Profesyonel takım hâline gelip, turnuvadan turnuvaya koşup ödül kovalıyorlar. Kupalar, ligler derken e-spor, başlı başına bir sektör hâline gelmek üzere. Hâl böyleyken, aktivitenin bir Olimpik dal şekline de bürünmesi, hem popülerliğini artıracak, hem de Olimpiyatlara kuşkusuz farklı bir tat katacaktır.

Ama bu söylentiler gerçekleşse bile yarışmaların ne şekilde yapılacağı, nasıl kriterler belirleneceği merak konusu. Her ikisini de çok iyi biliyorum; fakat zihnimde e-sporları Olimpiyatlara oturtamıyorum.

Bir de şu geliyor aklıma. Diyelim Olimpiyatlarda -bahsedildiği gibi- League of Legends ve Starcraft (hatta belki de FPS'ler) yer alacak. Bunun canlı yayını nasıl olacak? Düşünsenize, Levent Özçelik mikrofon başında: "Ve Fransız oyuncudan pentakill geldi!", "Rus oyuncu bugün takımını tam anlamıyla sırtlıyor, 14'üncü kill streak'i oldu." vs.

Ya da en iyisi Murat Kosova anlatsın. Zira kendisi hâlihazırda League of Legends'ın Türkiye sunucularının seslendirmecisi (bkz. http://youtu.be/x0UcW2XZwIA). Tecrübelidir yani bu konularda.

Bu proje gerçekleşir mi, bilmiyorum. Ama gerçekleşirse ilgi büyük uyandıracağı kesin.

1 Şubat 2013 Cuma

Akustika - 7


Kargo'nun eski vokalisti Koray Candemir'in, Komedi Dükkanı'na konuk oyuncu olarak katıldığı bir bölümün arasında, programın daimi müzisyeni Özer Atik'le birlikte sergilediği çok güzel bir performans. Şarkıyla ilgili tek bildiğim de bu performans. Aslında nedir, nasıl bir şarkıdır; yoksa sırf burada mı seslendirdiler, hiç bilmiyorum. Ama çok güzel bir parça. Ara ara açar dinlerim. Sağlam bir akustik çalışma...

30 Ocak 2013 Çarşamba

Akustika - 6


Yine Manga'dan güzel bir performans. Bu kez, orijinalinde sözleriyle müziği arasında uyumsuzluk olan duygusal bir parçanın, daha 'hakkı verilerek' hazırlanan akustik versiyonu. 'Her aşk ölümü tadacak'...

26 Ocak 2013 Cumartesi

Assassin's Creed'i Neden Seviyoruz?



Bugüne kadar çok bahsettim, hep anlatıp durdum. Beni tanıyan, özellikle Twitter'da takip eden herkesin kafasını çokça şişirmişimdir bu konuda (ama şişirilmeyecek gibi değil ki efendim). Bu defa da uzun cümlelerle, paragraflarla değil; maddeleyerek özetleyeyim, dedim. İşte Assassin's "Bir Oyundan Daha Fazlası" Creed'in sevilme nedenleri;

  • Öncelikle eğlenceli ve özgün oynanışı. Yakın dövüş, klasik kesici silahların kullanımı, "serbest koşma", platform ögeleri, her yere dilediğince tırmanabilme, çeşitli bulmacalar gibi farklı oynanış dinamiklerini bir araya getirebilmiş olması.
  • Sadece bir oyun değil, oyunlarla anlatılan ana hikâyenin yanında; kısa filmler, animasyon filmler, romanlar, ansiklopediler, çizgi romanlarla desteklenen geniş bir hikâye örgüsü olması.
  • Çooooook geniş bir oyun evreninin olması. Hem Animus sayesinde modern zamanla tarihi birleştirebilme özelliği; hem de Adem'le Havva'nın bile çok öncesinden başlayıp 2012'ye ulaşan upuzun bir tarih aralığını doldurabiliyor olması. Tarihten istediğiniz herhangi bir konuyu rahatlıkla bağlayabilirsiniz Assassin's Creed serisine.
  • Hem binlerce yıl öncesiyle günümüz arasında bağ kurabilen, hem de zaman zaman oynanış elementi olarak kullanılabilen "Apple of Eden".
  • Bildiğimiz tarihle, günümüz gerçekleriyle mitolojiyi çok iyi bir şekilde harmanlayabilmiş olması.
  • Çok derin 2012 (21 Aralık) teorileri. 2012'nin geride kalmış olmasına bakmayın; oyunun hikâyesi, arka plânda kendi kurgusuna göre hâlen gerçeklere bağlı şekilde ilerliyor!
  • İnsanın yaratılışını ve -bu kısım insanları rahatsız edebilir ama- bildiğimiz semavi dinleri sorgulaması. Özellikle Papa'nın çok etkin olduğu dönemlerde İtalya'da geçen Assassin's Creed II ve Brotherhood oyunlarında bu durum çok irdelenmişti.
  • İlk Medeniyet, "Önceden Gelenler" (The Ones Who Came Before) şeklindeki mitolojik insan(?) topluluğunun oyundaki önemli yeri.
  • Tarihteki ünlü olayların ve durumların arka plânını kendi kurgusuyla birleştirerek çok güzel bir şekilde anlatması.
  • Muhteşem hikâyeleri.
  • Hem dönemine göre farklılık gösteren, yerine uyan; hem de o andaki duyguları en iyi şekilde yansıtabilen şahane müzikleri.
  • "Da Vinci'nin şifresi"
  • Osmanlı'nın en heybetli zamanlarında İstanbul'da geçen bir oyununun, yani "bizden tanıdık bir şeylerin" de olması.
  • Oyuna çok iyi yedirilmiş, gerçeğine de olabildiğince benzetilmeye çalışılmış, Sanat Tarihi okullarında "İşte o zamanlar tam da Assassin's Creed'deki gibiymiş" şeklinde anlatılan şehir tasarımları.
  • Oynarken, oyunda geçen zamanı, dönemi en iyi şekilde hissettiğiniz atmosferi.
  • Çok ince düşünülmüş, hiç beklemediğiniz anlarda ters köşede bırakan plot-twistleri.
  • Klasik "biz-onlar", "dost-düşman" ayrımını kendi hikâyesi içinde sorgulayıp; siyahla beyazın olmadığına, herkesin, her şeyin gri olduğuna ikna etmesi.
  • Bütün seri boyunca düşman olarak gösterdiği topluluğun liderini sevdirebilecek kadar iyi, detaylı karakter tasarımları.
  • Ezio Auditore, Desmond Miles, Haytham Kenway gibi oyun tarihine geçmiş önemli karakterler yaratmış olması.
  • Kendinizi karakterlerin yerine koyabildiğiniz, hikâyenin akışına çabucak sokan epik anlatımı.

Evet, şimdilik aklıma gelenler bunlar. Daha da şu an aklıma gelmemiş, başka güzellikleri var elbet. Ama genel hatlarıyla böyle bir seri, Assassin's Creed. E haydi, ne duruyorsunuz? Let's play...

25 Ocak 2013 Cuma

Akustika - 5


Bu şarkıyı zaten paylaşacaktım, ama hazır 2-3 gündür bir şey yazmıyorken ve yeni yazı da biraz uzun olacakken, önden ara sıcak olarak Akustika koyayım dedim. Muse'dan bir başka güzel akustik performans. Hâlihazırda çok sevdiğim Plug in Baby'nin en az orijinali kadar iyi olmuş bir şekli.

*Dakika 3.00 civarına dikkat. Matt soloya yanlış notadan giriyor; ama takılmadan, hatta hiç hissettirmeden hemen düzeltiyor. Zaten oradaki hafif gülüşme de kayda yansımış.

**Videodaki görüntünün sesle hiçbir alâkası yoktur. Videoyu yayınlayanın "Muse'dan bir performansın görüntüsünü koyalım" düşüncesinden başka bir şey değil. Yoksa akustik performans sırasında baterinin dibine vurup, elektro ve bas gitar kullanılmıyor!

22 Ocak 2013 Salı

Akustika - 4


Bu kez Anathema'dan güzel bir akustik performansı paylaşıyorum. Orijinalini çok sevdiğim, her dinleyişimde duygulanıp, kapılıp gittiğim çok güzel bir parçanın akustik versiyonu. 'Flying'... Keyifli dinlemeler...

21 Ocak 2013 Pazartesi

Akustika - 3



Serimizde bugün çok farklı bir şarkı paylaşıyorum. Orijinalinde orkestral, sözsüz olan bir parçanın, tek kişilik dev bir orkestra tarafından yapılmış muhteşem bir akustik yorumlaması. Sözü fazla uzatmadan sizi bu güzel performansla başbaşa bırakırken, parçanın aslının şu şekilde olduğunu hatırlatmak istiyorum.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Teknolojinin Geldiği Sondan Bir Önceki Nokta


Oyun dünyasında artık bir dönemin sonuna, yeni bir dönemin başına geliyoruz. Xbox 360'la başlayıp, PlayStation 3 ve Wii ile devam eden nesil artık ömrünün sonuna geldi. Geçtiğimiz yıl WiiU'nun çıkışıyla başlayan yeni nesil, bu yıl asıl babalar, Xbox ve PlayStation'ın yeni konsollarıyla kendini bulacak.

Fakat gelişen teknoloji ve özellikle mobil cihazların gelişerek birer oyun konsoluna dönüşmesi, klasik konsol yapımcılarını çok farklı denemelere mecbur bıraktı. Önümüzdeki haziranda E3 fuarında detaylıca göreceğimiz (hatta yeni PlayStation'ın önümüzdeki haftalarda tanıtılacağı söyleniyor) yeni konsollarla ilgili bilgiler de sızmaya ve açıklanmaya devam ediliyor.

İşte o bilgilerden şimdiye kadarki en önemlisi, Xbox'ın Kinect'le çalışacak 'IllumiRoom' görüntü sistemi (Illuminati?). Kinect'in bulunan ortamı taraması sonucu, artık oyunlardaki görüntü televizyonlardan taşarak odayı kaplayacak. Odamız koca bir oyun alanı olacak. Oyundaki ortamın iyice içine girebileceğiz (tabii annelerimizin televizyonun yanına koyduğu ıvır zıvırlar müsade ederse).

PlayStation cephesindeyse daha farklı çalışmalar yürüyor. Onlar bu tarz görüntü sistemlerinden ziyade, kontrol sistemlerine kafa yoruyorlar. Dokunmatik ekranlı, hareket algılayıcı (nine-axis) gamepad'ler tasarladıkları konuşuluyor - ve hatta buna yönelik patentler aldıkları biliniyor.

Yeni nesille tanışmamıza henüz birkaç ay var. O zamana kadar yapabileceğimiz, yukarıdaki videoyu bol bol izleyerek kendimizden geçmek.

18 Ocak 2013 Cuma

Akustika - 2


Akustika serimizin bu ikinci ayağında, 'çok sevdiğim bir grubun çok sevdiğim bir şarkısının çok sevdiğim bir akustik performansını' paylaşıyorum. Manga'nın Şehr-i Hüzün albümünün bu güzel şarkısı, Cevapsız Sorular, geçen yıl çıkan "e-akustik" albümlerinde de yer almıştı. İşte bu da o akustik hâlinin çok güzel bir canlı performansı...

15 Ocak 2013 Salı

Akustika



Yeni bir seriye daha başlıyorum. Artık çok beğendiğim akustik performansları bu başlıkta yayınlayacağım.

Siftahı da Muse'la yapmak olurdu. Sing For Absolution'ın bu akustik hâli, orijinalinden daha güzel olmuş. Gözlerinizi kapayın ve Matt'e kulak verin...

14 Ocak 2013 Pazartesi

İbretlik



Hayatımda bu kadar imrenmedim herhalde. Hangisini ne kadar iyi biliyor; derecesi, seviyesi tartışılır elbet. Ama hiç de boş değil. 16 yaşında 20 dil ne demek yahu? Bildiği dil yaşından fazla. Hem çok hevesli, hem de öğrenme kabiliteti çok yüksekmiş arkadaşın. Ne diyeyim, helâl olsun.

Bu arada bizim dili de biliyormuş ama telaffuzu pek iyi değil. Dakika 10 civarında konuşuyor.

Şnayder


Son 6-7 yıldır dünya futbolunda göz ardı edilemeyecek bir yerin var. Real Madrid ve Inter gibi kulüplerde oynamışsın. Hollanda milli takımının değişmezlerindensin. Bilmem kaç turnuvada oynamışsın. Dünya Kupası finali görmüş; Şampiyonlar Ligi kazanmışsın. Başarılar, ünler...

Ama şu yukarıdaki adam yüzünden senelerdir ismin doğru telaffuz edilmiyor. Çok sinir bozucu değil mi? Alman Bernd Schneider'den bahsediyorum. Onun Leverkusen'de ve Alman milli takımında hatrı sayılır bir geçmişi olmasa, belki de Sneijder'la ilgili senelerdir bu telaffuz sorunu yaşanmayacaktı. Adam öyle bir kazıdı ki aklımıza "Şnayder"i; "Snaydır"a da "Şnayder" diyoruz yıllardır. Bakalım, buraya gelirse (Allah korusun) nasıl bir yol katedeceğiz Sneijder'ın telaffuzu konusunda.

11 Ocak 2013 Cuma

Ali Sami - 2


Dün akşam FIFA 13'teki bir detaydan bahsetmiştim. Olayın devamında hem Balotelli, hem de takım, performansını artırarak devam etti. Ligde puan farkını açarak liderliğimizi sürdürdük. Bu arada Balotelli de gollerini atmaya devam etti. Fakat ben dünkü olayın tatlı bir anı olarak kalacağını düşünürken, bizi çekemeyen ibne basın, spekülasyon üretmeye devam etti. Yazıyorlar da yazıyorlar: "Artık İngiltere'de daha fazla kalmak istemiyor", "Devre arasında takımdan ayrılmayı düşünüyor", "Daha sıcak bir yerde oynamak istiyor", "Bayern'in teklifiyle ilgileniyor", "Bodrum'a yerleşip domates yetiştirmek istiyor"... Devre arasına kadar bi' durmadılar. Kariyerin arayüzü Balotelli haberlerinden geçilmiyordu. En son Balotelli yine geldi: "Hoca sen bakma bunlara. Takır takır oynuyoruz, ligin anasını ağlatmışız, keyifler gıcır, illa bokluk çıkaracaklar. Devreyi en yakın rakibin 7 puan önünde bitirmişiz, 19 maçta 20 gol atmışım. Daha Allah'tan belamı mı istiyorum? Niye gideyim? Boş ver sen bu herifleri."

Daha bu muhabbet ne kadar sürer, bilmiyorum. Basının en iyi oyuncuma sarması sinir bozucu olsa da, oyunda böyle detayların olması çok hoşuma gidiyor. Gelişme olursa yine burada yazarım.

10 Ocak 2013 Perşembe

...Ali Sami!


Fiorentina'yla 3 senelik gurur dolu maceramın sonuna gelmişim. En uygun adres Manchester City. Kabul ediyorum teklifi, düşüyorum Premier Lig yoluna. Sezona çok da iyi başlıyoruz. İlk haftalarda üst üste galibiyetlerle ligin ilk sırasına yerleşiyoruz. Forvet desen, takımın en bereketli yeri. 5 tane rotasyon oyuncum var. Mümkün olduğunca şans vermeye çalışıyorum. Her biri birbirinden coşkulu; takır takır...

Derken bir gün bir habere rastlıyorum: "Hava durumu Balotelli'yi gitmeye zorluyor." Neyse, deyip devam ediyorum. Birkaç gün sonra, "İklimden nefret eden Balotelli, tekliflerle ilgileniyor" şeklinde bir manşet. Habere bakıyorum: "Barcelona ve Real Madrid'in ilgilendiği, soğuk ve yağışlı havadan şikayetçi Balotelli, yeniden sıcak bir yerde oynamak istiyor. Fakat henüz City'ye ulaşmış resmi teklif yok." Ben iyice şaşırıyorum. Birkaç gün daha geçiyor. Balotelli benimle konuşmak istiyor: "Hocam (aslında "boss" diyor da böyle çevirdim), basında yazılanlara aldırış etmeyin. Ben burada olmaktan, bu takımda oynamaktan mutluyum. Sadece sürekli yağan yağmura alışık değilim. Havanın daha yumuşak ve kuru olduğu yerlerde yetiştim ben. Arz ederim."

ADAMLAR OYUNA "İNGİLTERE'DEKİ İKLİMİN GÜNEYLİ FUTBOLCULAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN YARATACAĞI SONUÇLARI" KOYMUŞLAR! DAHA NE OLSUN!

Böyle bir özellik menajerlik oyunlarında olabilir - ki muhtemelen Football Manager'da vardır. Ama FIFA'nın böyle bir durumu akıl edip, kariyer moduna özellik olarak koyması... HAKİKATEN İNANILIR GİBİ DEĞİL HAŞMET!

9 Ocak 2013 Çarşamba

Buz


Donuyoruz sevgili futbol severler. İstanbul goygoyundan sıra gelmese de, memleketin birçok yerinde son yılların en soğuk günleri yaşanıyor. Tabii, burada kar yağmıyor, ama şu 3 gündür buradaki kuru soğuğu, ayazı kelimelerle anlatamıyorum. Sadece 5 dakika yolda yürümek bile, açık yerlerinizi neredeyse felç edebiliyor. Yüzler, eller perişan. Dışarıyı geçtim, evin içinde bile hissediyoruz bu soğuğu. Evin her mevsim en sıcak olan odasında, üstümde iki kat kıyafetle oturuyorum. Kapıyı pencereyi geçtim, panjurlar bile kapalı. Antalya'nın cehennem gibi yazında, 50 dereceye varan sıcaklıklarda evi buz tutturabilen klima en son ayarda çalışıyor. Tüm bunlara rağmen hâlâ üşüyoruz. Mutfak zaten evden bağımsızlığını ilân etmek üzere. Oda sıcaklığında duran damacanadan buz gibi su çıkıyor. Evde canım sıkıldıkça gidip dışarıya baktığım mutfak camına 3 metreden fazla yaklaşmak mümkün değil. Haberlerde rastladım, Antalya'da son 8 yılın en soğuk gecesi yaşanmış. Kim bilir ülkenin başka nerelerinde ne soğuk rekorları kırılıyordur.

Bu arada... İstanbul çok soğukmuş, deli gibi kar yağıyormuş. Evet, evet....