29 Kasım 2011 Salı

İstanbul'u İzliyorum, Gözlerim Açık...


Video oyunlarıyla ilgilenenler, Assassin's Creed serisinden mutlaka haberdârdır. 4 yıl önce başlayan çok hoş bir seri... TPS (Üçüncü kişi kamera açısından oynadığımız vurdulu kırdılı...) türünde tarihî bir oyun.

Hasan Sabbah'tan, onun örgütlediği Haşhaşilerden, Tapınak Şövalyelerinden, 12. YY Orta Doğu'sundan, Rönesans İtalya'sından, Leonardo da Vinci'den, Papa Borgia'dan bahseden; kısacası tarih dersi gibi bir oyun, Assassin's Creed...

Bu güzel serinin son oyunu "Revelations", henüz çıktı. Oyunun ana mekânı İstanbul; o zamanların deyimiyle: Kostantîniyye...

Oyun 1511 yılında başlıyor. O zamanlar Osmanlı'nın tahtında II. Beyazıt (ya da Bayezid, ben öyle alışmışım) var. Sultan Beyazıt'ın veliaht olarak seçtiği büyük oğlu Şehzade Ahmet ve ortanca oğlu Selim'den olma torunu Şehzade Sülayman (yıllar sonrasının Muhteşem Süleyman'ı ya da Kânunî Sultan Süleyman'ı) oyunda 1. derece yan karakterler olarak yer alıyor.

Oyundaki ana görevimiz, yönlendirdiğimiz karakter Ezio Auditore ve onun tayfası olan Haşhaşi'lerin (Assassinler) baş düşmanı olan Tapınak Şövalyeleri'nin İstanbul'daki uzantısıyla mücadele etmek. Kostantîniyye'deki Tapınakçılar, Bizans'ın son imparatorunun yeğeni tarafından yönetiliyor. Amaçları, Bizans'ı yeniden canlandırmak. Zaten oyunda da bu topluluktan "Bizanslı Tapınakçılar" olarak bahsediliyor. Oyunun en güzel noktası da burası. Kahramanımız Ezio'yla Osmanlı'nın bağlantısı da, işte bu, "düşmanımın düşmanı dostumdur" felsefesinden sağlanıyor. İki tarafın da düşmanı aynı. O hâlde birlik olup, düşmanı birlikte yok etmek gerek...

Peki sadece bu mu? Hayır. Oyunda Tapınak Şövalyelerinden bağımsız, Osmanlı'nın o zamanki sorunları da işlenmiş. Oyunun geçtiği zaman, tam taht kavgalarının yaşandığı dönem. Sultan Beyazıt artık yaşlanmış, devlet falan umrunda değil. Çekip gitmiş Edirne'ye... Fakat hâlen padişahlık makâmında. Kendinden sonrası için de büyük oğlu Ahmet'i veliaht olarak seçmiş. Ancak ortanca oğlu Selim (Yavuz Sultan Selim) bu durumdan rahatsız. O sırada İstanbul'da bulunan Şehzade Süleyman da babası ve amcası arasındaki mücadelenin tam ortasında...

İşte böyle bir senaryoda geçiyor oyun. Şehri çok iyi yansıtmışlar. Öncelikle şunu çok rahat söyleyebilirim ki: "Revelations"taki İstanbul, bugüne kadar seride gördüğüm en büyük şehir. Bu büyüklüğün yanı sıra, İstanbul'un tüm belirgin ve tarihî özellikleri de oyunda mevcut. Haliç'ten kayıkla karşıya geçmek mi dersiniz, Galata Kulesi'nden İstanbul'u seyretmek mi dersiniz, Topkapı Sarayı'nda Şehzade Süleyman'ı korumak mı dersiniz, Yerebatan Sarnıcı'nı Bizanslı Tapınakçılardan temizlemek mi dersiniz, Ayasofya Camii'nde iki rekat nam... Yok, o kadar değil! Ama yine de çok güzel ayrıntılar var. Özellikle bu tarihî yerlerde görev yapmak ayrıca zevk verici...

İşte son beş günüm, şu yukarıda yazdıklarımı yapmakla geçti. Oyunu ne kadar yavaş oynamaya gayret etsem de % 44'ünü tamamladım. Oynamaktan kendimi alamıyorum. Sırf oyun çabuk bitmesin diye saatlerce şehirde boş boş dolaştığım da oluyor. Bu eşsiz keyfi herkes yaşamalı. Ey ahâli; Assassin's Creed Revelations'a hücuuum!!!

14 Ekim 2011 Cuma

Bant of the Kaptan


Şu resimde bir farklılık gözünüze çarpıyor mu? Dikkatinizi çeken herhangi bir detay var mı? Yok ise, yazının devamını okuyun.

Öncelikle olaya temelden girelim. Önceki elemelerin aksine Euro 2012 elemelerinde UEFA, takımlara kendi standart kaptanlık bantlarını kullandırmaya başladı. Bunların biri, açık yeşili andıran fosforlu sarı; diğeri de işte bu resimde gördüğünüz lacivert. Gerçi tam zorunlu değildi sanırım. Çünkü elemelerdeki bazı maçlarda, klasik Türk bayraklı bandımızı kullandık. Ama genelde UEFA'nınkiler kullanıldı.

Birkaç yıldır turnuvalarda (ve 3 sezondur da Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi gibi kulüp organizasyonlarında) bu standart bantlar kullanılıyor. Tarzları zamanla değişse de renkleri hep aynı: Sarı ve lacivert.

Milli takımımız da gittiği turnuvlarda formasına uygun olarak, kırmızı formada sarı; beyaz formada da lacivert bandı kullanır. Çünkü kırmızı formada lacivert, beyaz formada da sarı belli olmaz. İşte resimdeki gariplik de burada. Emre B. adlı kaptanımız, elemelerde hiç sarı bandı kullanmadı. Normalde sarı bant takması gereken kırmızı formalı maçlarımızda ya klasik bayraklı bandı, ya da UEFA'nın bu lacivert bandını kullandı.

Benim çıkarımım şu: Bu Emre B. denen insan, eskiden büyük bir aşkla oynadığı ama Fenerbahçe'ye gittikten sonra çok sert bir şekilde uzaklaştığı Galatasaray'ı çağrıştıran bir görüntü oluşturmamak için bu sarı banttan ısrarla kaçındı. (Ne uzun cümleydi be...) Milli takımda oynamaya devam ettiği sürece de bu takıntıya devam edeceğini düşünüyorum.

Bir de olayın diğer tarafına bakalım; yani Emre'nin ilk 11'de olmadığı, dolayısıyla kaptan olarak çıkmadığı maçlara...


Eski zamanlarda arama yapmama gerek kalmadı. Mâlum, Almanya maçında Emre yedek olduğu için kaptan Hamit'ti. Ve Hamit de -yapması gerektiği gibi- sarı kaptanlık bandı taktı. Sonuç olarak bu görüntü ortaya çıktı.

Bir de ufak not: Türkiye'nin büyük (!) yıldızı Arda da (her ne kadar milli takımı alet etmese de) bu konuda Emre abisiyle aynı zihniyette. Galatasaray 2 yıl önce Avrupa Ligi'nde mücadele ederken yine bu bantlar kullanılıyordu. Parçalı formanın giyildiği maçlarda normalde lacivert bant takılması gerekirken, sarı+lacivert = Fenerbahçe durumu olmasın diye, sarı kola sarı bant takmak gibi bir absürtlüğe çokça imza attı Arda. İşte bu da o iğrenç görüntü: