23 Nisan 2012 Pazartesi

El Clásico


İki gün önceki derbiden sonra bir şeyler yazmak istedim.
  • Öncelikle, istatistikleri, eksikleri kapatmak için kullanmaya çabalayan, kuru rakamlarla bir şeyler anlatmaya çalışan; bu doğrultuda, José'nin daha önce Camp Nou'da hiç kazanamamış olmasını sürekli büyük bir eksiklik olarak vurgulayan Katalanlara bu galibiyet armağan olsun. Seve seve kullansınlar, istatistiklerine eklesinler.
  • Barça'nın çok daha etkili olmasını bekliyordum, kabul. Hatta 4 puanlık farkın, bizimkilerde rehâvet, Barçalılardaysa hırs yaratacağını düşünüyordum; yanıldım. Tam tersi oldu. Real rehâvete kapılmayıp, rahatça oyununu oynadı. Barça'da ise anlam veremediğim bir moralsizlik, maçı önemsememe havası vardı. Son 4 sezonda bilmem kaç kere yendiğin rakibe karşı maçı nasıl kafada kaybedersin, anlamıyorum.
  • Barcelona her ne kadar kuru istatistiklerde (topla oynama, pas vs.) önde olsa da, maçın hakimiyeti Real'deydi. Yıllar sonra bir El Clásico'da Barça'nın bu kadar az pozisyona girdiğini gördük. O sayılı pozisyonlarda da iş kaleciye düşüyordu ki; bizim köyün kovası bu maç hakikaten hakkını verdi. O pozisyonların hepsinde yapabileceğinin maksimumunu yaptı. Hatta golde bile top tam Alexis'in önüne düştüğünde "gol" derken, inanılmaz bir kurtarış yaptı; ama top yine Alexis'in önüne düşünce yapabileceği bir şey yoktu.
  • Dünkü Galatasaray-Fenerbahçe maçı da bu açıdan aynı minvâlde geçti. Fener'in maç boyunca bulduğu 3 tane pozisyon vardı. Onlarda da -gerçekten çok beğendiğim- Muslera, etkisiz elemana bağlayınca, bu acayip skor çıktı ortaya.
  • Yıllardır El Clásico'ları Ercan Taner anlatıyordu; bir türlü kazanamıyorduk. Büyüksün Murat Kosova Başkan...
  • Gollere bakıyorum da; Barça'nın golü FIFA golüydü, bizim gollerse resmen PES golleri... Khedira'nın golünü PES'te her yediğimde sinir küpüne dönerim. Oyun tabiriyle tam "kol" kırdıran gollerden. Gerçek bir maçta, hem de El Clásico'da olunca eminim Barcelonalıları kat kat daha fazla sinirlendirmiştir. Ronaldo'nun golüyse... Bütün hayatım PES'te o golü atmakla geçti, desem yalan olmaz. Hele hele şu son 2-3 oyunda (PES oyunları) oyunun yavaşlatılmasıyla bu tür pozisyonlar daha da mümkün hâle geldi ki; ben de çok kaymağını yedim.
  • Gollerden bahsetmişken... Sistem falan değil, Puyol'un o yaptığı "hata"dır. Bunu kabullenmek zor olmamalı. "Ama sistemden vazgeçilmemeli..." diye savunmaya geçmek de yersiz. Karambolün ortasında, kale çizgisinde top alıyorsun, kalecin yerinde değil; daha ne yapmaya uğraşıyorsun, vur gitsin işte. Orada daha ne sistemi, ne top kontrolü arkadaş...
  • Yıllardır Guardiola için başlarının üstünde koyacak yer bulamayan Barçalıların, bu sezon her kötü sonuçtan sonra faturayı Guardiola'ya kestiklerine şahit oldum/oluyorum. Herkesin doğrusu, yanlışı vardır tabii; yeri geldiğinde eleştirilecek herkes. Ama iyi zamanında yukarılara sığdıramıyorken, iki hata yaptığında da baş sorumlu hâline getirilmemeli. Her şey dozunda yapılacak; övgü de, eleştiri de. Abartıya kaçtıkça kendinle çelişmekten öteye geçemiyorsun.
  • Pep'in bu maç için eleştirilecek neyi vardı peki? Maçtan önce José'ye sorsalar, "Barça'nın nasıl oynaması işinize gelir?" diye; o da derdi ki: "3'lü savunma yapsınlar; onun da ortasında Mascherano, solunda Adriano olsun." derdi. Hatta o kadarını bile söyleyemeyebilirdi. Real gibi kontra gücü en üst düzeyde olan, bireysel hücum yeteneği olarak da tavanda olan bir takıma karşı böyle açık verme potansiyeli yüksek ve sayıca da yetersiz bir savunmayla oynanmaz. Oynanmamalıydı. Sonuç ortada. Realli futbolcular bazı pozisyonlarda biraz daha becerikli ve biraz daha şanslı olsa skor daha ilginç olabilirdi.
  • Aradan bir sene geçti, beni hâlâ en çok mutlu eden, bir apaçinin gol atması! Böyle boktan bir hayat işte...
  • Maçla ilgili en komik olay, maçtan sonra Mert Aydın'ın, iki takımın Şampiyonlar Ligi'ndeki tur şansından bahsederken, statların etikisinden söz ettiği anlardı. Bernabeu'nun maça daha çok etki eden, "taraftarlar"ın ağırlıkta olduğu bir stat; Nou Camp'ınsa daha "seyirci"lerle dolu bir stat olduğunu anlatmaya çalışırken aynen şu kelimeler döküldü ağzından: "Nou Camp daha çok çekirdekçi tayfanın olduğu bir stat; Bernabeu'ysa daha 'Pınarbaşı'na yatkın..."

18 Nisan 2012 Çarşamba

Euro 2012



Yine bir turnuva yılındayız. Yine heyecanlıyız. Yine coşkuluyuz. Yine içimiz kıp...

Ne diyorduk... Evet, Avrupa Şampiyonası'na sadece 1,5 ay kaldı. Beni tanıyanlar, kulüpler saçmalığındansa milli takımları, uluslararası turnuvaları ne kadar sevdiğimi bilir. Aynı zamanda video oyunlarına da merakım ortadadır. İkisi bir aray gelince de, iki yılda bir yaşanan muhteşem bir doğa olayı meydana gelmiş olur benim için.

Şimdi yine onlardan birini yaşıyoruz. Fakat bu defa işin şekli daha farklı. Bu sefer bir turnuva oyunu çıkmıyor. Hem koleksiyon bakımından, hem mod çeşitliliği bakımından ben ve benim gibiler için üzücü bir durum. Ama yine de oyuna hasret kalmayacağız. İki yıl önce Dünya Kupası oyununu PC'ye çıkarmayarak "kara bayram" yaşamama sebep olmuşlardı; fakat bu kez PC'yi de boş geçmemişler. Peki nasıl olacak bu iş?


Muhteşem hizmet anlayışından dolayı ABD'de tüketiciler tarafından yılın en kötü şirketi seçilerek "Altın Bok" ödülüne layık görülen Electronic Arts Hazretleri; bu kez Euro 2012'yi ayrı bir oyun olarak yapmak yerine, FIFA 12 için DLC (indirilebilir içerik) olarak çıkarmayı uygun görmüşler. Tabii bu DLC de bedava olmayacak. Erişebilmek için, orijinal FIFA 12 sahibi olmanız ve üstüne İngiliz parasıyla 16 Pound bayılmanız gerecek! (Skidrow, Razor el ele; hep beraber göreve!)


Biraz da içeriğe bakalım. Yayınlanan resimlerde en çok dikkatimi çeken, forma (ve özellikle font) kalitesinin, EA Sports tarihinin en iyisi olması. Özellikle fontları bile bu kadar sağlam yapmalarına çok şaşırdım. Konami zaten PES 4'ten beri en iyi şekilde yapıyor bu işi; ama EA'in genellikle en çok salladığı konudur.

Forma eksikliğini gidermenin yanında, EA en iyi yaptığı işin yine hakkını veriyor ve muhteşem stat atmosferi sunuyor. Özellikle görsel açıdan çok "doyurucu" olmuş. Taraftarların renkliliği, turnuva panoları, saha kenarındaki detaylar... Her şeyiyle turnuva hissine sokuyor insanı. Sesler zaten iyi; aşağıda paylaşacağım videoda kalitesi biraz anlaşılıyor.


Maç dışında da eski turnuva oyunlarından izler taşıyan bir eklenti olmuş. Yükledikten sonra FIFA 12'nin içinde bir mod olarak yer alacak, Euro 2012. O moda girdiğimizdeyse âdeta yeni bir oyuna girmiş gibi olacağız. Aşağıdaki videodan da göreceğiniz gibi (bir türlü gelemedik o aşağıya da...) Euro 2012'de yine birkaç tane mod yer alıyor. İster normal maç yapabilir, ister turnuvaya girebilir; isterseniz de diğer modlarda değişik aktivitelere katılabilirsiniz.

Ayağına kuvvet, 'Kuzey Londra'lı... Bu turnuvada senden yine çok şey bekliyoruz, Turunçgiller olarak...

2010 Dünya Kupası'nda gördüğümüz (gördüğüm?) bazı güzellikler ise bu sıkıştırılmış oyunda bulunmamakta. Mesela 2010 Dünya Kupası oyunundaki, gelişmiş detaylarla kaplı eleme sistemi, bu kez daha sade olacak. Maç içi animasyonlar da, yine o oyunun gerisinde. Son iki turnuva oyununun (2008, 2010) aksine bu kez teknik direktörleri de göremiyoruz. En azından videoda (durun lan, az kaldı!) göremedik.

Oyunun DLC olarak çıkıyor olmasının bir avantajı var aslında. Bir kere DLC olunca internet kökenli oluyor. "İnternetle gelen internetle ayakta kalacağı" için, bu oyunumuzda sık sık resmi güncellemeler görebiliriz. Özellikle kadrolar için lazım olacak. Ve çok da işe yarayacağını düşünüyorum.

Son olarak, bu oyunumuzun (DLC) bir haftadan kısa bir süre sonra, 24 Nisan'da çıkacağını söyleyip; dualarımızın Skidrow, Razor ve Reloaded abilerimizle olduğunu belirteyim. Ve en sonunda şu meşhur videomuzu da paylaşayım. Buyrun; iyi seyirler...

17 Nisan 2012 Salı

Turnuva Görememiş En Güzel Formalar - 2


Hollanda'nın 2002 formalarından bahsettiğim şu yazıda, konuyu seriye bağlayacağımı söylemiştim. Ama o kadar unutmuşum ki, aradan 3 ay geçmiş! Kendime "yuh" diyorum ve konuya geçiyorum.

Bu kez çok yakın bir tarihe değineceğim. Hatta yakın tarih ne kelime; içinde bulunduğumuz zaman, desek daha doğru olur. Hollanda'nınkinin aksine, bu kez turnuvalara katılan bir takımın arada kaynayan, "yazık olan" bir formasından söz edeceğim.

Yukarıdaki resim, 2011'in başlarından... Tarihî bir birlikteliği sonlandırarak Adidas'tan ayrılan Fransa Milli Takımı, Nike'la birlikte ilk formasını tanıtıyordu. Böyle büyük takımlar için marka değişikliği önemlidir. Ama sponsor değişikliğinden de önemlisi, geçişin zamanı. Tam Euro 2012 elemelerinin ortası... Yani normalde yeni formaların çıkarılmadığı bir dönem.


Bu tür zamanlarda genellikle idareten formalar hazırlanır ve vakti gelince, yani bir turnuva zamanında yeni, gıcır formalar tasarlanırdı. Fakat Nike, -Fransa'nın büyüklüğünden de hareketle- böyle bir adım atmayarak, Fransa'ya yeni kalıplardan son model, muhteşem bir forma tasarladı. Hatta sadece "bir" formayla kalmayıp, kaleci ve deplasman formaları olarak da yine çok güzel, özgün tasarımlar ortaya koydu.


Formayı incelediğimizde, Adidas dönemindeki rengârenk formaların aksine, Fransa'nın bu kez çok sade ve bir o kadar da şık bir formaya sahip olduğunu görüyoruz. Yakadaki koyu mavi/lacivert ve kol uçlarındaki -tercihe bağlı- kırmızı renklendirme, formaya çok hoş bir hava katıyor. O kol uçları, aynı zamanda Nike'ın yeni bir trendine de öncülük ediyordu. O zamandan itibaren çoğu takımın formasında katlanabilir ve katlanınca farklı bir rengi ön plâna çıkaran kol uçları yaptılar. Fakat üzüntü verici ki, "futbolcu kardeşlerimiz"in maç içinde kol ucunu kıvırdıklarını hiç göremedik. Ya da en azından ben hiç denk gelemedim.

Fransa'nın bu güzel formaları Euro 2012 finallerinde -maalesef- giymeyeceğini en başından beri biliyordum. Ve ne yazık ki yanılmadım. Nike, yaklaşık iki ay önce Fransa'nın yeni formalarını duyurarak bu güzelim formayı tarihe gömmüş ve blogumuza güzel bir malzeme yapmış oldu. Sevinsem mi, üzülsem mi...


İşte bu forma da Fransa'nın yeni iç saha forması. Euro 2012 finalleri ve sonrasında Dünya Kupası elemelerinde giyilecek. Şöyle bakınca fena forma değil. Ama üsttekinden de iyi değil. Belki de en büyük şanssızlığı, mâlum formamızın ardılı olarak çıkmış olması. Yoksa çok daha iyi muameleyi hak eden bir forma. Ancak bu şartlarda bakışımın olumlu olması mümkün değil.

İşte böyle... Toplam bir yıl bile kullanımda kalamamış, giyildiği maçların parmakla sayılabileceği tâlihsiz Fransa forması, turnuva görememiş en güzel milli takım formalarından biri olarak tarihteki yerini almış oldu. Bize de bakıp bakıp iç geçirmek kaldı: Şu formayı bir kupada ağız tadıyla izlesek olmaz mıydı?

13 Nisan 2012 Cuma

Metin Oktay


Dün öğleden sonra, hasta hasta sınava yetişmeye çalışırken, dolmuşta bir çocuk gördüm. Çocuğun üstünde, önden bakınca -kol uçlarındaki ters renk detayına kadar- tam bu resimdeki gibi gözüken bir forma vardı. Önünde GS Bonus reklamı bulunuyordu. Çocukla konuştum; Galatasaray futbol okulundaymış. Orada vermişler bu formayı.

Arkasına bakınca olayın büyüsü bozuluyordu. Sırt kısmı düz kırmızıydı. Kollarsa ön tarafın devamı gibiydi. Yani aslında tam parçalı değildi. Ama en azından şu görüntüyü ezberletmek adına müthiş bir hamle. Düşünsenize... O çocuklar Galatasaray formasının ne olduğu öyle öğreniyorlar. Akıllarında öyle kalacak. Yıllar sonra büyüyüp taraftar olduklarında, belki de takımın gerçek formasının farkında olacaklar.

Türkiye'de forma kültürü en zayıf kalan büyük takım Galatasaray'dan, hiç beklemediğim bir hareket doğrusu. Olumlu... Ama insanın aklına şu soruyu getiriyor: Futbol okullarına yaptıracak kadar biliyorsunuz gerçek Galatasaray formasını; peki neden A takıma yıllardır giydirmiyor sunuz?

9 Nisan 2012 Pazartesi

Kaleci

Takımın yalnız adamıdır.
Forması farklı olandır.
En iyi zamanlarda bile hep daha dışta olandır.
En kolay dışlanandır.
Faydaları fark edilmeyendir.
Kötü zamanda hep en suçlu olandır.
Takımının golüne çoğu zaman yalnız sevinendir.
Yenilen golde en çok üzülendir.
Kimsenin anlayamadığıdır.
Yerinde olmayanın asla anlayamayacağıdır.
Hiçbir zaman taraftarın sevgilisi olamayandır.
Forması satılmayandır.
En zor zamanda muhtaç olunandır.
Sadece penaltı kurtardığında sevilendir.

Gün gelir, zincirlerini kırar. Her zaman yaptığının tersini yapmaya, hiçbir zaman yapamadığını yapmaya niyetlenir. Geçer penaltı noktasına... Golünü atar. En özel anını yaşar. Hiçbir önemi olmasa da kendi mutluluğunu yaşar...

İşte o zaman da ayıplanır. "Ahlâksız"laştırılır. Yine dışlanır... Hep dışlanır...