26 Eylül 2012 Çarşamba

Tarihi Değiştiren Kararlar - 2



Bildiğiniz gibi birkaç gün önce yeni bir seriye başlamıştım. Hazır bir heves başlamışken devam edeyim, dedim. O yazının sonunda bıraktığım açık kapıdan devam edeceğim bu gece.

PlayStation'la konsol piyasasına tam anlamıyla "bodoslama" giriş yapan Sony, oyun sektöründeki ilk nesil değişimini de kıyametler kopararak yaşadı. 2000 yılında önce kendi memleketinde, sonra da tüm dünyada satışa çıkan PlayStation 2, -önceki yazımda da belirttiğim gibi- gelmiş geçmiş en çok satan konsol olmasıyla doğal olarak kendi neslini de tamamen süpürdü.

Önce, kendinden 2 yıl eski olan, neslinin ilk konsolu Dreamcast'ın (Eski Arsenal formalarından hatırlarsınız) köküne kibrit suyu dökerek, yılların oyun devi Sega'yı konsol piyasasından çıkmak zorunda bıraktı. Sektörün bir diğer köklü firması Nintendo'nun yeni konsolu Gamecube da, bir yıl arkasından çıktığı PlayStation 2'nin altında ezilmekten kurtulamadı.

Ama bu nesilde konsol dünyasına yeni adım atan bir firma daha vardı. Windows'la bilişim dünyasının tozunu attıran Microsoft, sonunda gözünü oyun dünyasına da dikmişti. Gamecube'la aynı zamanlarda, 2001'in sonbaharında satışa çıkan bu yeni konsol; ismini, PC oyunlarının en büyük yazılım kaynağı DirectX'ten alan Xbox'tı. Ama yine PlayStation 2'nin ezici üstünlüğünden ve Microsoft'un bu alandaki tecrübesizliğinden dolayı konsol âdeta ölü doğdu.




Buraya kadar dikkatlice okuduysanız mevzunun nereye gideceğini az çok tahmin etmişsinizdir. PlayStation 2, bir oyun devini piyasan sildi, iki rakibini de yerle bir etti. Sony'ye rakip olmaya çalışan iki firma vardı: Giderek küçülmekte olan, bir zamanların oyun devi Nintendo ve sektöre henüz adapte olamamış, oldukça varlıklı bilişim devi Microsoft.

Günümüzde satışı 150 milyonu geçmiş olan PlayStation 2 karşısında Gamecube ve Xbox'ın satış rakamları 20 milyon seviyesindeydi. Bu büyük fark, oyun firması Nintendo'yu biraz daha eritirken, Microsoft'u hayâl kırıklığına uğratmıştı. Fakat ne Microsoft bu başarısızlıktan sonra hemen çekip gidecekti; ne de yılların oyun devi Nintendo batacaktı. Yine de acilen yeni bir formül bulmaları gerekiyordu.

Formülü Microsoft bulmuştu. Bu ezici ortamda Nintendo'yla güçleri birleştirmekten başka çare göremiyorlardı. Microsoft'un "güç birleştirme" formülü; Nintendo'yu satın alıp Microsoft'un oyun departmanı hâline getirmek ve birlikte Xbox'ı geliştirmekti. Ancak ne olursa olsun hâlen küçümsenemeyecek bir oyun devi olan Nintendo, bir başkasının himâyesi altına girmeyi kesinlikle kabul etmedi. Nintendo yıllar sonra yeniden bir başka sektör dışı dev firmayla ortaklık masasından kalkmıştı. Sonuç yine Nintendo'nun giderek güç kaybetmesi olabilirdi. Ama kökeni 1800'lü yıllara dayanan bu usta firma, bir çıkış yolu buldu.

Nintendo, Sony'nin bu ezici üstünlüğü sürerken geleneksel oyuncuları ikna edemeyeceğini düşünüyordu. Yeni konsolunda hedef kitlesi, oyun dünyasıyla alâkası olmayan insanlardı. Kulağa çok garip geliyor. Ama destansı bir uygulama başarısıyla hem oyun dünyasının gidişatını, hem de mobil ürün teknolojisini değiştirdiler.

Yeni konsolları Wii'yi, her yaştan her türlü insanın kolaylıkla oynayabileceği, basit, eğlenceli ve güzel grafikli oyunlar için tasarladılar. Ama en büyük yeniliği oynanışta yaptılar. Klasik gamepad anlayışının dışına çıkarak, hareket algılayıcı kontrol sistemini geliştirdiler. Herkesin ilgisini çeken bu yepyeni kontrol sistemi ve renkli oyunlarıyla tam anlamıyla amaçlarına ulaştılar. Özellikle oyun dünyasının maskülenliğini kırarak kadınların da geniş oyun dünyasında kendilerine yer bulabilmelerini sağladılar. En sonunda kadınlarca "Erkeklerin PlayStation'ı varsa, bizim de Wii'miz var" denecek kadar sembol bir noktaya geldiler. Ve bu durum doğal olarak satışlara da yansıdı. PlayStation 2 ve PlayStation One'dan sonra 100 milyon satışa ulaşan tek konsol Wii oldu.

Nintendo Wii ve hareket ettirerek kontrol edilen kumandası


Microsoft mu? Onlar yeni nesle rakiplerinden bir yıl önce girdiler. Nintendo'nun aksine, yine doğrudan PlayStation'a rakip olmayı tercih ettiler. Ama gerek oyun yapımcılarından aldıkları destek, gerek tüm dünyada daha yaygın ve daha başarılı pazarlamayla yeni nesle çok sağlam bir giriş yaptılar. Özellikle PlayStation 3'e karşı Xbox 2 gibi bir isim hatasına düşmeyip, yeni nesildeki 360 derece kontrol sisteminden hareketle Xbox 360 ismiyle çıkış yapmaları takdire değerdi.

Ama asıl başarılarına ironik bir şekilde PlayStation 3 çıktıktan sonra ulaştılar. PlayStation 2'nin olağanüstü başarısıyla gözü dönen Sony'nin PlayStation 3'e 600 $ gibi insanlık dışı bir fiyat biçmesi, Microsoft'a büyük avantaj getirdi. Şöyle ki; aynı donanım kalitesine ve hemen hemen aynı oyun yelpazesine (Sony ve Microsoft'un kendi stüdyoları dışında üçüncü firmaların yaptığı oyunlar çok yüksek oranda iki konsola birden çıkıyor) sahip iki konsoldan biri diğerinden 200 $ ucuzsa, tabii ki gidip ucuz olanı alırsınız. Xbox 360 da bu durumun ekmeğini fazlasıyla yedi. Sony'nin en sonunda 2-3 yıldır yaptığı indirimlerle PS3 satışları Xbox 360'a nihayet yetişebildi; Wii, yani liderlikse çok uzaklarda. Bir önceki neslin açık ara lideri olan PlayStation, bu nesilde sonunculuktan hâlen kurtulabilmiş değil.

Xbox 360 ve -bana göre- gelmiş geçmiş en iyi gamepad


İşte böyle. Bu kez bir dönüm noktası, iki tarafının birden tahmin edemeyeceği kadar yükseldiği bir süreci başlattı. Ortaklık masasından anlaşamayarak kalkan Microsoft ve Nintendo, bu nesilde PlayStation'ın eziciliğinden kurtulmak bir yana, Sony'yi kendi içinde oyun piyasasında kalıp kalmamayı tartışacağı bir duruma soktu.

Bu neslin sonlanmasına, yeni nesle 5 kala, üç büyük firma da eşit konumda. Pusuya yatmış, yeni konsollardan haberler beklerken; bir yandan geçmişi anmaya, oyun tarihindeki kırılma anlarından bahsetmeye devam edeceğim. Bir başka yazıda görüşmek üzere...

23 Eylül 2012 Pazar

Tarihi Değiştiren Kararlar


Gece vakti hatırladığım bir olay üzerine bir seri hazırlamaya karar verdim. Kendimce önemli bulduğum kırılma noktalarından bahsedeceğim. Önceden belirtmek gerekir ki, bu seri daha çok oyun dünyasıyla ilgili olacak. Konsollar, PC'ler, laptoplar, tabletler, cep telefonları... derken oyunların artık iyice etrafımızı çevrelediği günümüzde, bu serinin ilgi çekeceğini düşünüyorum.

80'lerin sonları, 90'ların başlarına gelindiğinde, teknolojinin gelişmesi, oyun pazarının büyümesi ve ev konsolu kavramının oturmaya başlamasıyla birlikte video oyunculuğu da yavaş yavaş kabuk değiştiriyordu. Yıllardır sektörde olan oyun firmaları bu değişime ayak uydurmakta zorlanırken, bazı önemli elektronik firmaları da oyun sektörüne adım atmayı plânlıyordu. Fakat oyunlar ve oyunculuk konusunda tecrübesiz olan firmalar, umduklarını bulamayarak büyük hüsranlar yaşıyorlardı.

Oyun dünyasına girmeyi plânlayan, ama kendisi gibi yabancı firmaların sektörde yaşadığı fiyaskoların farkında olan Sony de adımını, dönemin oyun devi ve hemşehrisi Nintendo'yla ortaklık kurarak atmaya karar vermişti. Nintendo da teknolojideki değişimi Sony'nin desteğiyle yakalamayı amaçlıyordu. İki taraf için de çok yararlı gözüken bir ortaklık kurulmuştu. Sony'nin, o dönemlerde yeni ortaya çıkan Compact Disc sistemini (bildiğin CD) kullanarak hazırlayacağı ve işlemcisini de yapacağı konsol, Nintendo'nun setkördeki uzmanlığı ve oyuncuların eğilimlerine olan hâkimiyetiyle pazarlanarak her iki firmaya da büyük kazanç getirecekti.

Fakat bu ortaklığın ilerleyişi pek de beklendiği gibi olmadı. Sony, konsolların geleceğiyle ilgili daha fazla insiyatif sahibi olmak istiyordu. Kendince fikirler, projeler üretiyordu. Nintendo ise bu durumdan rahatsızdı. Ama asıl rahatsızlık, Sony'nin Nintedo'ya gönderdiği sözleşmeyle çıktı. Sony, konsolla ilgili her konuda kendi markasını öne çıkaran bir sözleşme hazırlamıştı. Nintendo'nun başkanı sözleşmeyi okur okumaz durumun artık kabullenilemeyeceğine karar verdi ve sözleşmeyi iptal etti.

Nintendo 64


Nintendo bunun üstüne yeni konsolunu Sony'siz hazırlamaya karar verdi. Sony ise Nintendo için hazırlamakta olduğu sistem üzerinde tek başına devam etti.

Sony, CD formatına göre hazırladığı ilk oyuncağı PlayStation'ı, Aralık 1994'te Japonya'da, 1995'te de tüm dünyada satışa çıkardı. Bir yıl sonra da Nintendo, 64 bit işlemciden hareketle "Nintendo 64" ismini verdiği, CD yerine eski usül kartuş sistemini kullanan yeni konsolunu çıkardı.

Nintendo 64, tüm dünyada 30 milyon civarında satış rakamına ulaştı. -Atarileri, Micro Genius'ları saymazsak- benim de  bugüne kadar sahip olduğum ilk ve tek oyun konsolu olan PlayStation'ın satış rakamıysa Nintendo 64'e pek de yakın değildi. Zira toplamda 100 milyondan fazla satarak, hem gelmiş geçmiş en çok satan konsol ünvanını açık ara ele geçirdi, hem de 100 milyon satış barajını aşan ilk konsol oldu..

İşte her şeyi başlatan ilk PlayStation. Tabii tek bir farkla: konsol ilk çıktığında bu analoglu gamepad yoktu.


Sony sadece çok güzel bir konsol değil, oldukça sağlam bir marka yaratmıştı. PlayStation'ın hayırlı evladı PlayStation 2, satışa çıktığı 2000 yılından günümüze 150 milyonun üstünde satışa ulaşarak, babası PlayStation'ın rekorunu kırdı. 2006'da çıkan Playstation 3, satış anlamında atalarına yaklaşamazken, Playstation markasını koruma ve oyunculuğun merkezinde tutma açısından başarıyı sürdürdü.

Nintendo ise, Nintendo 64'ün başarısızlığından sonra PlayStation 2'ye rakip olarak çıkardığı Gamcube'la piyasadan silinme tehlikesi yaşadı. Günümüzde yeni yeni toparlanabilen Nintendo'nun yaşadığı bir başka yol ayrımı da, başka bir yazının konusu olsun.

12 Eylül 2012 Çarşamba

FIFA 13


PES'in kapak yıldızı olduğu dönemde "Ben PES oynamıyorum, FIFA oynuyorum" diye tarihi bir söze imza atan ve bunun üstüne Konami'nin sözleşmesini yenilemediği Messi'yi EA doğal olarak havada kapmıştı. Önce bu yılın başlarında çıkan FIFA Street'te gördükten sonra, şimdi de FIFA 13'ün kapağını süslüyor bizim bücür. Messi iyi hoş da, FIFA 06'dan bu yana bütün kapaklarda gördüğümüz Rooney'yi bu kez görememek bir boşluk hissi yaratmıyor değil. Özellikle bir FIFA oyununda Rooney'siz "Bir tuşa basın" ekranı insana çok garip geliyor.

Girişi fazla uzattık, meseleye gelelim. Önceki paragrafta da bahsettiğim gibi, oyuna girdiğimizde Messi karşılıyor bizi. FIFA 12'ye Rooney'nin volesiyle başlarken, FIFA 13'e Messi'nin sağ ayağıyla(!) vurduğu demi voleyle başlıyoruz. FIFA, demolarda PES'teki gibi kilitli menü sistemini kullanmadığı için, oyundaki tüm modlar demoda da seçilebilir durumda. Aman yanlış anlamayın, bu modları oynayamıyoruz tabii ki. Ancak bu sene oyunda yapılan değişikliklerin hepsini sergileyen bir menü alt yapısı var. Yani seçtiğimiz bir modun tüm özelliklerini ve asıl olarak yeniliklerini öğrenebiliyoruz.

Oyunun en büyük yeniliklerinden birkaçıysa demoda oynanabilir durumda. Bunlardan biri "Maç Günü" modu. Gerçek kadroları, form durumlarını, sakatlıkları vs. değişken özellikleri yansıtan bu modu, takım seçme ekranında tek bir tuşla ("Y" veya "Üçgen") açıp kapatabiliyoruz. Oyun online bağlantıyla gelişmeleri önümüze koyuyor. Fakat demoda bundan faydalanabilmek için Origin'in yüklü olması ve üyeliğinizin bulunması gerekiyor. Ben böyle dayatmaları hiç sevmediğim için ne Steam'le işim olur, ne de Origin'le. Bu yüzden demoyu farklı bir yerden indirdim ve crack'ledim. Yaşadığım tek dezavantaj da bu "Match Day"in nimetlerinden faydalanamamak oldu.

Artık maçtan önce Arena modunu oynamıyoruz. Bunun yerine oyunun kontrollerine alışma amaçlı koyulan bir antrenman bölümü var. Her maçtan önce başka bir antrenman yapıyoruz. Kimi zaman isabetli pas, kimi zaman isabetli orta, kimi zaman isabetli şut vs. Özellikle isabetli pas antrenmanı benim için çok faydalı oldu. Ayrıca serinin 360 derece kontol sistemine ne kadar iyi adapte olduğunu sergileyen bir gövde gösterisi gibiydi bu isabetli pas antrenmanı.

Hazır kontrollere değinmişken oynanıştan bahsetmek gerek. Temel olarak FIFA 12'nin aynısı olsa da, uyum sağlamayı gerektirecek bazı yenilikler var. En önemlisi "İlk Temas" denilen yeni top kontrol sistemi. Önceden oyuncular kendilerine ya da hemen yakınlarına gelen topları otomatik kontrol ederken, artık bu işlemi sağ analog yardımıyla biz yapıyoruz. İlk başlarda bana oyuncuyu gereksiz zorlayan saçma bir sistem gibi gelse de birkaç maç yaptıktan sonra önemini biraz anlamaya başladım. Özellikle rakip ceza sahası çevresinde gole gitmeye çalışırken bu yeni kontrol sistemi çok işe yarıyor. Oyuncunun topu kontrol etmesini beklemeden direkt kaleye yönelebiliyoruz.

FIFA 12'deki yapay zekâ abuklukları da biraz törpülenmiş. "Abukluk" dediysem, yapay zekânın yetersizliği değil, aşırı zeki olmasıydı sorun! Tarihî bir hata sonucunda, yönlendirdiğimiz futbolcuların hareketlerine değil, bastığımız tuşlara tepki veren bir rakip yapay zekâsı sunmuştu bize FIFA 12. Bu sorunu düzeltmişler. Artık rakip oyuncular -özellikle ikili mücadelelerde- bir tuşa bastığımız anda, daha bizim oyuncu hareketini yapmadan karşılık verip topu kapamıyor. Olması gerektiği gibi, yönlendirdiğimiz oyuncunun hareketine göre konum alıyorlar. Bunun düzeltilmesi çok önemliydi, bu açıdan oyun önemli bir aşama katetmiş.

Oyunun hoş detaylarından biri de yeni titreşim özelliği olmuş. Eski oyunlarda sadece toplar direğe çarpınca devreye giren titreşim, artık heyecanı yaşatmak için de kullanılıyor. Maç penaltılara gittiğinde son, kader penaltılarında gamepad hafif ritimli bir şekilde titreyerek alttan gerilim veriyor. :)

Sesler sonunda olması gereken hâlini bulmuş. Maç boyunca ortalama bir tonda tezahürat eden ama top üç direğin arasından geçtiği anda avazı çıktığı kadar bağıran taraftarlara güzel bir ses düzenlemesi yapılmış. Artık pozisyonlara daha iyi tepki veriyorlar. Gole ne kadar yaklaştığınız, seyircilerin ses seviyesini de doğru orantılı etkiliyor.

Grafiklere gelirsek, futbolcular yine çok kaliteli bir şekilde modellenmiş olsa da, yüzler yine ifadesiz, hareketsiz bir şekilde duruyor. Ama oyunun genel grafik kalitesi bir adım daha ileri gitmiş. Özellikle seyirciler daha canlı gözüküyor. Ve en önemlisi stadların ışıklandırmasını (özellikle gündüz maçlarında) çok daha canlı ve gerçekçi yapmışlar.

Ve gelelim oyunun en güzel yanına... Oldukça iyi bir oyun olan FIFA 12'nin PES'e göre en zayıf kalan tarafına devrim niteliğinde bir ayar vermişler. Ne miydi o? Sinematiklik... Kelimeye takılmayın, "sinematik" demek sadece oyundaki ara videoların film gibi kurgulanması demek değildir. Özellikle bu tarz oyunlarda gerçektekine benzer kamera açılarının kullanılması kastedilir. İşte sonunda onu başarmışlar. Daha futbolcuların sahaya çıkışında başlıyor kaliteli sinematikler. Örümcek kamerayla stada geniş bir bakış, koridor görüntüleri, futbolcuların hakemin ardından sahaya çıkışı, seromoni, el sıkışma, para atışı... Maç öncesinde olabilecek her türlü detayı oyunda da görebiliyoruz artık. Pozisyon tekrarlarında ve gol sevinçlerinde de FIFA 12'deki gerçek dışılık ortadan kalkmış. Yakın çekimler başarılı bir şekilde kullanılmış. Ama penaltı atışlarının sonunda biraz garip bir yol izlemişler. Gerçekçi kameradan ziyade, biraz yavaş çekimde tamamen sinematik bir çekimi tercih etmişler. Eski oyunlarda da bu tarz seçimleri vardı. İnşallah onu da zamanla düzeltirler ama böylesi de fena değil.

Uzattıkça uzattık, suyunu çıkardık. Sonuç olarak çok güzel oyun olmuş efendim. Futbol oyunlarına az buçuk ilgi duyan herkesin mutlaka oynaması gereken hoş bir deneyim sunuyorlar. Şu sayfadan indirebileceğinizi belirtiyor ve EA Sports'a teşekkürlerimi gönderiyorum. Ve tabii tam sürüm çıkınca da paralarımı...