2012'nin sonunda ne olacak? Hani şu meşhur gün, 21 Aralık'ta... Ya da gerçekten bir şey olacak mı? Neden bu kadar söylenti, bu kadar iddia? Kıyamet, güneş fırtınası, ya da başka biri... Belki de hiçbiri...
Bu soruların cevabının geçmişte; yüzlerce, binlerce yıl öncesinde olduğuna inanan ve bu düşünce etrafında onlarca teori üreten bir grup var: Ubisoft Montreal. Yarattıkları Assassin's Creed markasıyla, tarihin farklı dönemlerine değinerek, geçmişteki çoğu olaydaki ortak sebebi anlatmaya çalıştılar. Ve bizi adım adım 2012'ye, o özel güne hazırladılar.
Ortasında doğduğu gizli savaştan kaçmaya çalışan genç bir adam... Bu uğurda bütün aliesini, geçmişini, hayatını geride bırakmayı göze almış ama yine de kaderinden kaçamamış bir adam...
Bin yıldır süren gizli bir savaş bu. Tarihte kalmış birer efsane olarak bilinen iki grubun savaşı: Tapınakçılar ve Suikastçılar.
Orta çağ efsanesi olarak kalmamış, yüzlerce yıl varlığını sürdürerek günümüze kadar ulaşmış; hayatımızı avucunun içine almış Tapınakçılar ve onlara karşı mücadele etmekten yılmamış, insanlığın kaderinin özgür kalması için savaşan Suikastçılar...
Oyunun, daha doğrusu serinin temelinde başlıca bunlar yatıyor. Düşünün, 12. Yüzyıl'dan beri devam eden iki grubun mücadelesi... Oyun koca bir tarihi elinde tutuyor. Anlatacak malzeme biter mi? Bitmiyor.
Özellikle de oyunun temelinde Animus gibi, konuyu her yere bağlayabilecek bir makine olması, serinin en güçlü yanı. Bu Animus, bağlandığı kişinin DNA'sından genetik hafızasını okuyor ve atalarının geçmişini canlandırabiliyor. Oyunumuzun tarihsel yönüne de böylece Animus zemin hazırlamış oluyor.
Desmond Miles adında 25 yaşındaki bir barmenin hikâyesini yaşıyoruz bu oyunda. Ve her geçen oyunda geçmişinden de biraz daha haberdar oluyoruz. Sırrını yavaş yavaş çözüyoruz.
Desmond'la Animus'a bağlanıp, "İlk Medeniyet"in sırrına ulaşmaya, "Cennet Parçaları"nın yerlerini öğrenmeye çalışıyoruz. Bu arada "Kanama Etkisi" denen bir yan etkiyle Desmond'ın, Animus seansları sırasında atalarının yeteneklerini öğrenmesine de tanıklık ediyoruz.
İlk önce 3. Haçlı Seferleri zamanına, 1100'lü yılların sonlarında yaşamış Suikastçı atası Altair'in anılarını yaşamaya başladı Desmond. Tapınakçılar'la Suikastçılar arasındaki savaşın daha yeni yeni başladığı ve henüz yer altına inmediği dönemde geçiyordu ilk oyun. Çoğu Haşhaşi özelliğini doğrudan görebildiğimiz oyunda, dönemin gerçek tarihsel karakterleriyle de karşılaşabiliyorduk.
Altair, Kudüs'e "yukarıdan" bakarken...
İkinci oyunda ise yaklaşık 300 yıl sonrasına gittik. 15. Yüzyıl Rönesans İtalyası'nda yaşamış soylu bir genç olan Ezio Auditore'nin anılarına tanıklık ettik. Ve bu sefer oyunun daha gelişmiş dünyasında birçok ünlü tarihi karakterle birlikte hareket ettik. Kimler yok ki? En başta oyunun başından sonuna kadar yanımızda olan Leonardo Da Vinci, gizemli baş düşmanımız Rodrigo Borgia (nâmıdiğer Papa VI. Alexander), dostlarımız Lorenzo de Medici, Niccolo Machiavelli... Ve zaman zaman dost ya da düşman olarak karşılaştığımız diğer tarihsel karakterler... Bu oyundaki en önemli detaysa, bulmaca oyunları aracılığıyla bize Tapınakçılar'ın tarihin eski dönemlerinden günümüze değin yaptıklarını ve "Cennet'in Parçaları"nın gücünü anlatan 16. Denek'ti.
Ezio, memleketi Floransa'da, bir düşmanının, anasından emdiği sütü burnundan getirirken... Arkadaysa ünlü Il Duomo Katedrali...
Bir sonraki oyun Brotherhood, ikinci oyunun kaldığı yerden, aynı temelde devam ediyordu. Bu kez oyundaki tek şehir, devasa Roma'ydı. Önceki paragraftaki çoğu özelliği devam ettiren oyunun asıl önemi, günümüz hikâyesiyle ilgiliydi.
Ve Revelations... Serinin en "bizden" oyunu. Ezio'nun macerasının son perdesi. Brotherhood'da aklımızda kalan soru işaretlerinin açıklığa kavuştuğu oyun. Artık 50'li yaşlarına gelen Ezio'yla bu kez İstanbul'da, evet, Osmanlı'nın başkenti, 1511 İstanbul'unda, ilk oyundaki kahramanımız Altair'in sırrını çözmeye çalışıyorduk. Eski dönemlerin atmosferini en iyi şekilde yansıtmasıyla ünlü Assassin's Creed serisinin İstanbul'a gelmesi, çok heyecan verici bir durumdu. Ve gerçekten heyecanımıza değdi. İnsanın gezip dolaştığı yerleri oyunda görmesi ne kadar güzelmiş, anladık. Üstelik Assassin's Creed gibi, şehirdeki her bir noktayı kullanabildiğiniz bir oyunda oynamak... Benzersiz bir deneyimdi...
Ezio ve Türk arkadaşı Yusuf, Galata Kulesi'nin tepesinden İstanbul'da gün batımını izliyor...
Ama Revelations Ezio'nun tatili gibi geçen bir oyun değildi. Özellikle modern hikâyeyi artık bir yöne doğru sürükleyen bir oyun oldu. Ve aklımızda yine onlarca soru işareti ile sonraki oyuna açılan bir kapı bıraktı.
Artık 2012'deyiz. Serinin bütün düğümünün çözüleceği oyun geldi çattı. Yıllardır hazırladığı "büyük son"a farklı bir tarihsel konseptle getiriyor bizi Assassin's Creed. Artık Amerika'dayız. ABD'nin doğusundaki "Büyük Tapınak"ta; ABD'nin henüz ABD olamadığı, İngilizlerle sömürge Amerikalılar arasındaki savaş yıllarına yolculuğa çıkıyoruz. Desmond'ın bu kez Kızılderili atası Connor'la, 21 Aralık 2012'nin sırrını çözmek için son keşfimizi yapıyoruz. Assassin's Creed III ile, 5 oyunluk serinin büyük döngüsünün sonuna geliyoruz.
Geleceğe dönük bir komployla, tarihin tüm dönemlerini kucaklayan bir oyun evreni oluşturup, oynanış olarak da son derece özgün ve eğlenceli bir şeyler sunmayı başarmış Assassin's Creed serisi; hayatında oyunlara kıyısından köşesinden bulaşmış herkesin mutlaka oynaması gereken bir seri.
Son olarak, serinin modern (2012) hikâyesinin akışını görmek ve oyunun başlıca dinamiklerini öğrenmek için http://acinitiates.com adresini incelemenizi tavsiye ediyorum. Assassin's Creed'le ilgili herhangi bir soru, görüş, öneri, küfür vs. için de https://twitter.com/Burak_Eken Twitter adresinden ya da yazının yorum kısmından bana ulaşabileceğinizi hatırlatıyorum.
Twitter profilimde de yazdığım gibi: Keep calm and play Assassin's Creed...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder